GANİMET SAVAŞLARI
Bütün iktidarlar zalimdir
ISBN: 978-625-842-542-0
Sayfa Sayısı: 762
Baskı Tarihi: 18.01.2022 / İstanbul
Yayınevi: Ciniusyayınları
www.ciniusyayinlari.com
Dağınık duran, bölük pörçük anlatılan ve kutsallık adı altında bir sis perdesinin ardında tutularak gözlerden saklanan tarihin derlenip toparlanmış gerçek macerasını tek bir kitapta okumak isteyenlere…
M. Mehmet Ünver
Anekdot:
Duygu ile bilgi; beden ile can, kabuk ile çekirdek gibi iç içe bulunan iki farklı olgudur. Her zaman ve her yerde birlikte bulunduklarından çoğu kez birbirine karıştırılmaktadır. Bu hatanın en çok tekrarlandığı alan ise şüphesiz dindir.
İlk insan eseri resimler; bilgiyi aktarma ihtiyacından ziyade yaşanan duygusal anı ölümsüzleştirme veya anma amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu resmetme yeteneği zamanla bilginin aktarılması için yazıya dönüşmüştür.
İlk insanların eseri olan mağara resimlerinde anlatılmaya çalışılan; bilgiden ziyade insanların yaşadıkları macera ve kahramanlıklar ile o an hissettikleri duygu yoğunluğudur. Bugün dahi duygular resimle ifade edilir. Bir resim karesinde anlatılan veya algılanan duygu aynı konuda onlarca yazılı kitap ve makale okumaya bedeldir.
Bu nedenle din bilgi değil, bilakis bir duygu yoğunluğudur. Her yerde hazır ve nazır olan, görülmeyen, dokunulmayan şey; iddia edildiği gibi bir bilgiye dayanan Tanrı değil, dindir. Yani Tanrı denilen şey dinin ta kendisidir. Dinin olmadığı yerde tanrı olmadığı gibi dinin yaşatıldığı her yerde mutlaka bir tanrı da olacaktır.
İstisnasız bütün dinler; temelleri cahiliyye çağlarında atılmış toplumsal örgütlenme araçlarıdır. Ufku, kapasitesi ve bilgisi bu cehaletin sınırlarına mahkum olarak şekillenmiştir. Bu nedenle cahiliye kültüründen insana miras kalan dinler nerede varsa her zaman bu sözü de işitmeye hazır olmalıdır:
“Bırakın şu cahiliye âdetlerini!”
Kaynaklar hakkında
Kaynaklar hakkında
Muhtemel itirazları asgariye indirmek için yazdıklarımı, elime geçen ilgili kaynakların en muteber ve sıhhatli olanlarından çapraz sorgulamadan geçirmek suretiyle seçmeye özen gösterdim. Amacım tarihi bir gerçeği karalamak değil bilâkis deşifre etmektir. Bu vesileyle herkesin hakikati öğrenmesine yardımcı olmaktır. Duymaya veya hazır sunulanı okumaya alışık olanların araştırmaya uzak durduklarından burada anlatılanları ilk anda garipseyeceklerini öngörebiliyorum. Ancak araştırdıkları taktirde aynı sonuçları çıkartacaklarından ise hiç şüphem yoktur. Çünkü: Hiçbirimiz bir diğerinden daha akıllı veya üstün değiliz. Bizi farklı kılan baktığımız şeylerde gördüklerimizdir. Esiri olduğumuz alışkanlıklardan ve geleneklerden bağımsız, cesaret gösterip bakabilirsek şayet; ortada duran gerçekleri herkesin görmesinin önünde de hiç bir engel yoktur.
Ayrıca bu eseri yazmakta faydalandığım başta Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait eserler olmak üzere pek çok araştırma ve tez kitapları ile online sayfalar, Siyer, Tefsir, Meal, Nüzul Sebepleri, Hadis ve Menakıbname gibi konularda emek harcayan eser sahiplerine de bu roman vesilesiyle teşekkür etmeyi borç bilirim.
Ön Söz: İ. Metin Ayçiçek
BİR YAZAR, BİRÇOK KİTAP VE UMUT DOLU BİR GELECEK İÇİN
Açıkçası değerli dostum Mehmet Ünver’in yeni kitabının baskıya hazırlandığını duyunca büyük mutluluk duymaktan öte, yazarına olan umutlarımın ölçüsü her defasında olduğu gibi çıtayı biraz daha yükseltti, saygım da bir o kadar derinlik kazandı. Bana böyle bir ön söz yazma cesaretini veren şey ise, sevgili Ünver’in giderek ustalaştığını, artık (bunun) doğrusal bir eğilim olarak sürdüğünü görmek oldu.
Ben, okurun yorumlarını etkilememek için kitap üzerine konuşmayacağım. Elbette bunu kayıtsız şartsız bir destek olarak göremeyiz. Kitap beni mutlu etmeseydi ona ön söz yazma cesaretini bulamazdım. Ama buna rağmen kitap üzerine değil, kitabı üreten kalemin sahibine yönelik yazmayı tercih ediyorum. Çünkü o, henüz çok tanışmadığımız bir alanda değerlendirilebilecek eserler verdi. “Edebiyatta Hermeneutik” üzerine araştırma yapmak istesem, sanırım Ünver’den daha iyi örnek bulmam hayli zor olurdu.
*****
Öncelikle onu tanımak gerekir. 1968’de Batman’da doğmuş; beş yaşındayken ailesi ekonomik sıkıntılar nedeniyle Ankara’ya göç etmiş. Ailece kapıcılıktan inşaat işçiliğine kadar pek çok işte çalışarak yaşamlarını sürdürmüşler. İlkokul, ortaokul ve imam hatip lisesini okumuş; ayağındaki rahatsızlıktan dolayı bu yaşlarda 4 yıl kadar tedavi görmüş. Bu nedenle ünversiteye gidememiş bir kişi. Tedavisi bittikten sonra imamlık yapmaya karar vermiş ve bir süre imam olarak çalışmış.
Ünver’i, MAD adlı eserini yazdığı dönemde tanıdım. Nürnberg’deki evime konuk olarak geldi, tanıştık, edebiyat üzerine sohbet ettik ve dostluğumuz öyle başladı. Yazmaya niyetliydi. Ve hep yazdı. Ve iyi ki yazdı.
*****
“Hermeneutik” sözcüğünü ilk duyduğumda, kavramın anlamını sökebilmem kolay olmadı. “Yorumsamacılık” ya da “yorum bilgisi” olarak çevrildiğinde de hemen net bir açıklamaya ulaşmak mümkün olmamaktaydı. Kavramın ve kavramın kapsadığı içeriğin ilk olarak Hristiyanlığın değişik düşünürler tarafından yorumlanması çabaları için kullanılması, elbette başlangıca yönelik teolojik bir oyun gibi ele alınmasına neden olmuştur. Ne var ki, bu çabalarda ortaya çıkan farklı yorumlama yöntemleri; yorumların dayandığı temellere ilişkin açıklama, savunma ya da eleştiriler, giderek, yorumlama eylemlerine yönelik metodoloji bilgisi de birikmeye başladı.
Örneğin, felsefenin önemli isimlerinden biri olan Spinoza, kutsal kitap (Tevrat) üzerine yorum yaparken, bu metnin insanlık için öneminin, metnin kutsallığı iddiasından kaynaklanmadığını söyler. Metnin öneminin, ‘ontolojik’ değil, ‘ahlaki’ olduğunu; toplumun, toplumsal yaşamın ihtiyaç duyduğu bir düzenlemeye ilişkin olduğu için toplum tarafından önemsendiğini ve benimsendiğini söylemektedir. O, kitabın söylediklerinden çok, söylemek istediklerini, derinde yatan ve ona ulaşmamızı bekleyen anlama yönelmemizi istemektedir. Çünkü “tek sözcükten ibaret” bir yazı, sorgulanarak yorumlandığında, bir öyküden çok daha fazlasına ulaştırır insanı. Demek ki, okurun önemi, belki yazarından da daha fazladır. Bu nedenle bir kez daha altını çizerek söyleyebiliriz. “Söz uçar, yazı kalır.” Yani biçim değil, özdür esas olan; direktif veren değil, uyarandır yazar. Yazar, civcivi doğurmaz, yumurtayı döller ve toplumun-bireyin doğurtmasına bırakır. Her canlı kendi balını alır yazarın peteğinden ve bal herkes için aynı tadı vermez. Bazen sağlıklı bir besleyicidir, bazen zehir etkisiyle ölümcül bir tuzak.
Tam da bu nedenle her tür yazıyla her yazar, bir toplumun hem bilgelik ilacı hem de zehridir. Ama bilinir ki, derinlerde yatan hazineye ulaşmak için büyük çaba göstererek derinlere inmek gerekmektedir. Yüzeyde görünen herkesin ulaşacağı ve elde edeceğidir. Bu nedenle hazine avcıları hep derinlere ulaşma çabası içindedirler.
Elbette Spinoza da bu düşünsözcük değişimleriyle birlikte cenin etkisiyle inatla sürdürdüğü araştırmasında, Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ın ve onu takip eden Yedi Kitap’ın yazarının (M.Ö. 6. yy.)’da Ezra olduğu sonucuna varır.
Demek ki, Hermeneutik kavramının öncelikle Hristiyan felsefesi içerisinde kullanıma girmesi bir rastlantı değildi. Ve belli ki, yorumlama çabaları başlangıcında büyük suçlamalara neden olarak gösterilebilirken, daha sonraki yüzyıllarda reformasyonun kapılarını da açabilmiştir.
20. yüzyıla doğru, giderek artan Kutsal Kitaplar üzerinden yapılan yorumlama çabalarının yanı sıra, başta edebiyat olmak üzere yaşamın diğer üretim alanlarını da Hermeneutik yöntemle değerlendirme çabaları yaygınlaştı. Ve yöntem daha geniş bir çerçeveye ulaşarak bir bilim disiplini düzeyine doğru yükseldi. Çalışmalar daha fazla derinlik kazanırken, yöntemleri üzerine uluslararası kabullenme ve kullanım arttı.
Örneğin bir Fransız Katolik din adamı olan Alfred Loisy (1857–1940), Hristiyan değerleri ve İncil üzerinden yaptığı eleştirel yorumlarla, Roma Katolik Kilisesi’ni çok zorlamıştır. Modernist yorumcuların temsilcilerinden olan Loisy, Spinoza’dan beri giderek derinleştirilerek sistemleşen eleştirilerin ışığında ve olağanüstü bir hızla gelişip artan bilimsel ve tarihsel bilgilere dayanarak, Kilisenin statükoyu korumaya çalışan ve bu nedenle bilimsel açıklamaların tamamen dışına düşmeye, hızla toplumsal gerçekliklerden kopmaya başlayan Kiliseye bir yenilenme olanağı sunmaya çalıştı.
Yeni olan her yoruma karşı çıkan ve sadece kendisini yorum yapma hakkına sahip mercii olarak gören Vatikan, Loisy’yi aforoz etti ama o bu yönde çabalarını sürdürmeye devam etti. Loisy, bir bilim adamı gözüyle asırlar boyunca “hakikat” olarak öğretilen dogmaları sorgulamayı yaşamının amacı hâlinde sürdürdü.
Artık sadece dinsel kaynakların yorumlanması çabalarında kullanılan bir yöntem olmaktan çıkarak, edebiyat, sanat, tiyatro ve benzeri çok sayıda alanda kullanılabilen bu yöntem, özellikle sevgili Mehmet Ünver’in ilki MAD ve şimdilik sonuncusu olan elinizdeki edebiyat yaşamında önemli bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, benim için yazarını daha da ilginç bir hâle getirmektedir.
Hayır, MAD mitolojik bir öykü aktarımı değildir. Çok daha fazlasıdır o, uzay zaman kavramlarını aşar ve günümüz insanını 5000 yıl öncesinin Sümer kentlerinde dolaştırır, geleceği yaratma çabası içerisinde. Yazarın elinde mitoloji, sadece keyifle okunan binlerce yıllık destanlar kitabı değil, günümüz yazarlarının birkaç yüz sayfalık kitaplarında bugünü düne bağlayan tarihsel bir buluşmanın sunduğu eğitim olanağıdır.
Sanırım bunun her ikisini bir arada yoğurabilme olanağını rahatlıkla sunmaktadır bizlere Mehmet Ünver.
*****
Bir kitap tanıtımı için bunca açıklamayı yadırgamak mümkündür elbette. Ama Mehmet Ünver gibi çok özel bir insanın yapıtlarını incelerken onun derinliğine inebilmek için bir çaba gerektiğini bilmekteyim.
Kitaplarının tanıtımında, altının çizilmesi gereken bir ortak saptama mitolojiyi, dinler tarihini kendince öyküleştirerek bir yorum katma çabası. Belki de, öncesinde din eğitimi gören bir çağdaş “aydınlanmacı”nın gözleriyle tanımlanması mümkün bir dünya yaratılmaya çalışılıyor edebiyatçının kalemiyle. Onu, edebiyat üzerinden felsefe yapan bir sanatçı olarak tanımlamak gerekir. Bu nedenle MAD kurmaca bir eser de sayılabilir, tarihsel bir belge de, bir yazarın iyi ya da kötü değerlendirmeleri üzerinden biçimlenmiş bir dünyanın tanımı da olabilir.
Öncelikle Ünver’in yoksul bir ailenin (ferdi olarak) doğuştan hastalıklarla boğuşmak zorunda kalan bir çocukluk yaşadığını unutmamak gerekir.
İkincisi onun (kendisi o tarihlerde, farkında olarak bunu yaşamış olsa da olmasa da), Türkiye sınırları içerisinde sömürge bir ülke halkından biri; ezilen sömürge halkın bir ferdi, bir Kürt olduğunu hatırlamak gerekir. Bu ezen-ezilen ilişkisini günlük yaşamda iliklerine kadar yaşamaması olanaksızdır.
Üçüncüsü, mitolojiyi güncele bağlayabilme yeteneği anlamında önemli bir hayal gücü ve dil yeteneği var.
Ve nihayet, din ağırlıklı bir eğitim alması, işlediği konularda onu hayli donanımlı kılmaktadır.
Bütün bu özelliklerin bir yazar olarak ona önemli bir altyapı oluşturabildiğini görebiliyoruz. Biraz daha felsefi bir donanımla bu alt yapıyı biçimleyebilirse, çağımızın önemli bir çatışmasının edebiyat yardımıyla da kavranmasına yardım edebilecek bir kapasiteye sahiptir. Ne var ki Ünver’in, bu yeteneğini kendi gelişimi önüne kendinin koyduğunu düşündüğüm bazı engelleri kaldırması ya da bunlar kendi iradesi dışında ortaya çıkan engellerse bunları aşması gerekir.
Yazarlık gibi bir alanda herhangi bir iddiam olamayacağı için haddimi aşmadan sadece felsefi veya sosyolojik içerikleriyle kişisel düşüncelerim olmakla birlikte bunlardan birkaçını aktarmak istiyorum:
Sevgili Ünver Cinius Yayınları’na verdiği (17 Ekim 2017) biyografik röportajında şöyle demektedir: “Tek cümle ile yanıtlamak gerekirse, yazmak, kimliğini ortaya koyma eylemidir. Yazarlığın bir kimlik sahibi olmaktan ibaret olduğunu söyleyebilirim. Her yazarın kendi deneyim ve birikimi farklıdır zira her yazar kendi başına bir kimlik sahibidir” dedikten sonra bu doğru düşünceyi geliştirerek kendi özgün düşüncesini sergilemelidir. Örneğin meyvelerin de en genel tanımlama içerisinde aktarımı meyvenin kendi özelliklerinin bütününün kaybedilmesi anlamına indirgenerek özgün özelliklerini bütünüyle kaybederler.
“Yazar, yazardır” anlayışını aşmak gerekir. Örneğin Amasya elması, ya da Bursa şeftalisi dediğimizde genel olarak elmadan ve genel olarak şeftaliden daha farklı bir elma ve şeftaliyi anımsıyoruz. Yazarın bir tarihi, bir bedeni, bir psikolojisi, bir kültürü vardır ve bunlardan soyutlayarak yazar tanımı yapamayız. Ve bu nedenle kendileri reddetseler bile her yazarın üzerinde hareket ettiği bir ideolojik zemin vardır. Edebiyat hiçbir zaman yazarının ideolojik anlayışının dışında olamaz. Ve başka bir saptamayla da şunu söyleyebiliriz: İdeolojik bir zemini olmayan bir yazar yoktur.
*****
Mehmet Yılmaz çok beğendiğim bir felsefeci, bir aydındır. 17 Şubat, 2010’da yayınladığı “Bakmak, Görmek, Anlamak: Sanatta Ayrıntı” başlıklı yazısı ile çağımız insanını eleştiriyor, bakmak ile görmek arasındaki farkı olağanüstü güzellikte tanımlıyordu:
“Kanaatimce Modern bir ‘körlük’ yaşıyoruz. Bakıyoruz ama görmüyoruz. Üstelik çok iyi gördüğümüzden eminiz! Oysa pikselleştirilmiş görüntü bu sadece. Her şeye aynı derecede önem veren, eşitleyici, perspektifi, nüansı kaybeden, ayrıntıları önemsizleştiren. Yani turist-insanın gördüğü her şeyi ve bu arada mekânı tekdüze bir ‘şey’ kabul etmesi söz konusu. Bir ısı kamerası veya röntgen cihazı gibi ‘görüyor’ turist-insan. Seçici, ölçücü ve bu arada lüzumsuz(?) şeyleri eleyici bir görüş bu. Bir tür detektör. Bir karınca yerdeki şekeri, bir kene emeceği köpeği nasıl ‘görüyorsa’ turist-insan da öyle ‘görüyor’ kâinatı. Yani görmüyor!”
Bu muhteşem tanımlamanın, başta edebiyat olmak üzere, sanat alanına yüklediği bir sorumluluk var elbette: “Bir sanat eserinin ortaya çıkmasını mümkün/kaçınılmaz (?) kılan koşullar anlaşılmadan o esere sadece bakılabilir. Ama eser görülemez. Neden? Çünkü sanat eserini ‘üreten elin sahibi’ ve onu ‘takdir eden gözün, kulağın sahibi’ yani VEREN ve ALAN insanlar eserde buluşurlar. Sanatçının bilinip bilinmemesi, tanınıp tanınmamasından çok daha önemlidir yazdıkları. Yani bir anlamda yazım sanatı da, özünde kültürel, etnik, inançsal, politik, zamansal ve mekânsal perdelerin yırtılmasına müsaade eden bir insanlık hâlidir. Dünya hayatına ait olanın silinip atılması, insanlığa dair olanların ortaya çıkarılması fırsatıdır.” Ve tam da işte burada Mehmet Ünver’in yetenekleri içerisinde saklanan sır deşifre oluyor.
“… Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir… Zekâ gözümüzü kapatıp akıl gözümüzü açmak için gönderilmiş bir davetiye!
Sanatçı ise bilim adamlarında ve filozoflarda bulunmayan bir aydınlatma kapasitesine sahip insan olabilir ancak. Sanatçının eserleri zamanın akışını durduran tılsımlı bir cisim olmalı, deney ve gözlem yoluyla öğrenme imkânımız olmayan bilgiyi ve bilgeliği bize aktarmalı.”
Mehmet Ünver’in hayal dünyası, bunu yapabilecek bir zenginlik taşıyor. Mitolojiyi çağından günümüze taşıyarak ona can vermenin dışında, on binlerce yıl öncesinin harabeleri arasına saklanan günümüz toplumlarının ana rahmindeki konumuna ışık tutuyor.
Değerli dostumun yolunun üretken olacağını söylemek fazladan konuşmak olacaktır. Sergilediği üretkenlik bunu yeterince kanıtlamaktadır.
Yolun aydınlık, ürünün bol ve aydınlatıcı olsun değerli Mehmet Ünver.
İsmail Metin Ayçiçek
22.08.2021
Ganimet Savaşları Türkçe v1
Ganimet Savaşları: Peygamberlerin ve Halkın Öyküsü
Ganimet Savaşları: İslam Tarihi ve İktidar Mücadeleleri
Bu metinler, M. Mehmet Ünver’in 2022 tarihli „Ganimet Savaşları Bütün İktidarlar Zalimdir“ adlı tarihi romanından alıntılardır. Eser, M. Mehmet Ünver tarafından yazılmış ve Cinius Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Bölüm başlıkları ve içeriklerinden anlaşıldığı üzere, roman Hz. Muhammed dönemi ve İslam tarihi üzerine odaklanmaktadır. Metinler, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Taif savaşları gibi önemli olayları, Hz. Adem’in yaratılışı ve ilk deneyimleri, Hz. Muhammed’in yaşamı ve mücadelesi, ayrıca İslamiyet’in yayılışı sırasındaki siyasi ve sosyal değişimler gibi konuları ele almaktadır. Ayrıca, Halife dönemlerindeki iç tartışmalar, Kur’an’ın derlenmesi, fetihler ve farklı dinler ile kabileler arasındaki etkileşimler de eserin kapsamındadır. Özellikle Hz. Ali’nin hilafet mücadelesi ve Muaviye ile olan çatışmaları, romanın önemli temalarından biridir.
Ganimet Savaşları: İktidar, Din ve Tarihi Sorgulama
Ganimet Savaşları: Bütün İktidarlar Zalimdir – Temel Temalar ve Önemli Fikirler
- Mehmet Ünver’in „Ganimet Savaşları: Bütün İktidarlar Zalimdir“ adlı eseri, Orta Doğu halklarının günümüzdeki çıkmazını anlamak amacıyla kaleme alınmış kapsamlı bir tarihi romandır. Yazarın ön sözünde de belirttiği gibi, bu durumun zihinsel nedenleri tarihteki toplumsal travmalara yol açan siyasal arka planlardan beslenmektedir. Eser, İslam tarihi, erken dönem çatışmaları, güç mücadeleleri ve dini dogmaların eleştirel bir bakış açısıyla incelenmesini amaçlamaktadır.
Yazarın Bakış Açısı ve Niyetleri
- Mehmet Ünver, eserini „Orta Doğu halklarının günümüzde içine düştükleri çıkmazı ve tükenişi sorguladığımda bunun zihinsel nedenlerden kaynaklandığını fark ettim. Bu zihinsel nedenlerin de tarihte yaşanmış ve toplumsal travmalara neden olmuş siyasal bir arka plandan beslendiğini görünce elinizdeki bu eseri kaleme almaya karar verdim“ sözleriyle açıklamaktadır. Yazar, yazmayı „kimliğini ortaya koyma eylemi“ olarak tanımlar ve her yazarın kendi deneyim ve birikiminin farklı olduğunu vurgular. Ayrıca, Ünver’in eserlerinde mitolojiyi güncele bağlama yeteneği ve derinlemesine araştırma çabası dikkat çekmektedir.
Ana Temalar
- Güç ve İktidarın Din Üzerindeki Etkisi
Eserin temel temalarından biri, dinlerin siyasetle ve iktidarla olan kaçınılmaz ilişkisidir. Yazar, „İlk başta toplumsal düzeni eleştiren basit söylem ve itirazlarla çıkış yapan bütün dinlerin örgütlendikçe güce, iktidara, egemenliğe ve devlete dönüşme çabası verdiği görülmektedir. Bu temelde ele alındığında dinlerin siyasallaşma veya iktidarlaşma sürecinde değişmeleri ve ilaveler ile takviye edilmeleri kaçınılmaz olmaktadır. İslam da bir din olarak bu gerçeğin dışında tutulamaz.“ ifadeleriyle bu durumu ortaya koyar.
- Peygamberlik İddiası ve Siyasal Amaçlar: Muhammed’in peygamberlik iddiasının Mekke’deki iktidar mücadelesiyle iç içe geçtiği vurgulanır. Nadr b. Haris’in Muhammed’e yönelttiği eleştirilerde „Mekke’de mevcut iktidarımızın altını oymaya çalıştığını görecek kadar tecrübe ve ferasetimiz var. Sen istiyorsun ki biz senin Allah’ına inanalım, sen de bize hükmedesin.“ sözleri, dini davetin siyasi boyutunu açıkça göstermektedir.
- Ganimet Savaşları ve Devletleşme: Eser, İslam’ın yayılmasında ganimetlerin ve askeri başarıların merkezi rolünü vurgular. „Ganimet söz konusu olduğunda davetine dinsiz, inançsız insanlar dahi koşup geliyorlardı. Geliyorlardı çünkü ganimet cahiliye döneminin hâlâ sürdürülen bir geleneğiydi.“ ifadesiyle bu bağlantı kurulur. Medine devletinin gücünün ve otoritesinin ganimetlerle arttığı, sürekli yeni savaş cephelerine ihtiyaç duyulduğu belirtilir.
- Halifeliğin Miras ve Güç Mücadelesi: Muhammed’in ölümünden sonraki halifelik mücadeleleri, siyasi çıkar kavgalarının ne denli şiddetli olduğunu gösterir. Ebu Bekir’in, Ömer’in ve Ali’nin halifelik iddiaları ve bu süreçte yaşanan olaylar, gücün elde edilmesi ve korunmasındaki acımasızlığı gözler önüne serer. Ali’nin „Halifelik işinde başarısızlıktan yakasını kurtaramayan Ali, Müslümanlar arasındaki bölünmede pay sahibi de olduğundan dönüşü olmayan yollarda ilerlerken kendisiyle barışık değildi. Bunun için İbni Mülcem’in kılıç darbesini aldığında ‚Kâbe’nin Rabbine and olsun, kurtuldum!‘ demişti.“ sözleri, kişisel hayal kırıklıklarını ve iktidar arayışının getirdiği yorgunluğu yansıtır.
- Dini Dogmaların Eleştirel Sorgulanması
Ünver, kutsal metinlerin ve dini rivayetlerin tarihsel ve bilimsel bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğini savunur.
- Kur’an ve Mucize Anlayışı: Yazar, Kur’an’da örümcek olayından bahsedilmemesine rağmen günümüzde bunun meşhur olmasını „Kimin ne maksatla ve tarihin hangi döneminde böyle bir uydurmayı eklediğini bilemeyiz ancak böyle bir iddianın o dönemde bilinen bir bilgiye dayanmadığını da biliyoruz.“ sözleriyle eleştirir. Mucizeler konusunda da benzer bir eleştiri getirerek, Muhammed’in hayatı boyunca tek bir mucize dahi gösteremediği, mucize iddialarının propaganda amaçlı uydurmalar olduğunu ileri sürer. „Muhammed’in tek mucizesinin Kur’an olduğu savunulmuştur. Oysa bu da doğru değildir. İçinde pek çok çelişki ve tutarsızlık bulunan ve sonradan müdahale gören Kur’an da bir mucize olmaktan oldukça uzaktır.“ ifadesi, Kur’an’ın kutsallığına yönelik geleneksel kabulleri sorgular.
- Okuma Yazma Bilgisi ve Peygamberlik: Muhammed’in okuma yazma bilmemesinin „bir eksiklik olarak kabul edilmek yerine tam aksine bir mucize olarak yutturulmaya çalışılmıştır“ eleştirisi, dini figürlerin yüceltilmesindeki çarpıtmaları işaret eder.
- Kıyamet ve Yargı Günü Kavramları: Eser, dini anlatıların kıyamet günü tasvirlerini, cennet ve cehennemin detaylarını ele alırken, bu anlatıların toplumsal kontrol ve motivasyon aracı olarak nasıl kullanıldığını da sorgular.
- Erken Dönem İslam Toplumunun Yapısı ve Çatışmaları
Eser, erken dönem İslam toplumundaki iç dinamikleri, çatışmaları ve sosyal yapıları detaylı bir şekilde işler.
- Medine Vesikası ve Toplumsal Gerilimler: Medine Vesikası’nın farklı inanç ve etnik gruplar arasındaki sorunları çözme çabası, ancak buna rağmen devam eden güvensizlikler ve güç mücadeleleri anlatılır. Yahudilerin ve Müslümanların dini metinler üzerinden yürüttükleri tartışmalar, dinin siyasi bir araç olarak kullanıldığını gösterir.
- Savaşlar ve Yağma Kültürü: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mute gibi savaşlar ve bu savaşlardan elde edilen ganimetler, İslam toplumunun ekonomik ve askeri stratejilerini şekillendirir. „Allah’ın Elçisi ne denli acımasız ve gaddar ise kendisine bağlı olan adamlara karşı da bir anne kadar şefkat ve merhamet doluydu. Zaten kendisi de çoğu kez şöyle diyordu: ‘Ben rahmet Elçisiyim, ben savaş Elçisiyim.’ Yani, kendisine inananlara karşı merhamet inanmayanlara karşı savaş açan bir Allah Elçisiydi.“ ifadesi, peygamberin çelişkili vasıflarını vurgular.
- Cinsiyet ve Toplumsal Roller: Aişe ile Safvan olayı, Marya’nın hamileliği ve bu tür olayların toplumsal dedikodulara yol açması, erken dönem İslam toplumunda kadınların konumu ve cinsellikle ilgili tartışmaları yansıtır. Muhammed’in eşleriyle olan ilişkileri ve bu ilişkilerin siyasi sonuçları da ele alınır.
- Kölelik ve Statü: Mekke toplumunda köleliğin yaygınlığı ve sosyal statüdeki belirleyici rolü, „Ticaret denildiğinde insanların aklına genelde en helal kazanç olarak köle alışverişi gelirdi. Kurak çöl ikliminde ucuza kapatılmış verimli bir köleden daha kârlı ticaret zaten mümkün değildi.“ sözleriyle ifade edilir.
- Tarihi Olayların Yeniden Yorumlanması
Eser, bilinen İslam tarihindeki bazı olayları, alışılagelmiş anlatıların dışına çıkarak farklı bir perspektiften ele alır.
- Kırtas Olayı: Muhammed’in son hastalığında vasiyetini yazmak istemesi ve Ömer’in buna engel olması olayı, halifelik tartışmalarının arka planında önemli bir yer tutar. Yazar, bu olayı „Bırakmadılar ki peygamber sözünü tamamlasın!“ ifadeleriyle aktararak tartışmanın derinliğini vurgular.
- Osman’ın Mushaf’ı ve Kur’an’ın Derlenmesi: Osman döneminde Kur’an’ın derlenmesi ve okunmasındaki anlaşmazlıklar, metnin oluşum sürecindeki insani müdahaleleri ve farklılaşmaları gözler önüne serer. „Zeyd’e yardımcı olan hafızlardan üçü arasında kelimenin yazılışında bir ihtilaf yaşandığında her zaman Kureyş şivesi esas alındı.“ bilgisi, Kur’an’ın nihai metnine ulaşılmasındaki tercihleri gösterir.
- Halid b. Velid’in Azledilmesi: Ömer’in Halid b. Velid’i başkumandanlıktan azletmesi olayı, askeri başarıların ötesindeki siyasi hesaplaşmaları ve gücün merkezileştirilmesi çabalarını yansıtır. „Halid onları, Müslüman olduklarını açıkça ifade etmedikleri için müşrik kalmakta direndiklerini sanarak öldürttüğünü ve kararında yanıldığını kabul etti,“ diyerek onu savundu. Ancak onu cezalandırmak veya kumandanlık görevinden de azletmek doğru olmaz!“ sözleri, Halid’in konumunun hassasiyetini gösterir.
Önemli Fikirler ve Gerçekler
- Modern Körlük Eleştirisi: Mehmet Yılmaz’ın „Kanaatimce Modern bir ‘körlük’ yaşıyoruz. Bakıyoruz ama görmüyoruz. Üstelik çok iyi gördüğümüzden eminiz! Oysa pikselleştirilmiş görüntü bu sadece. Her şeye aynı derecede önem veren, eşitleyici, perspektifi, nüansı kaybeden, ayrıntıları önemsizleştiren.“ sözleriyle, günümüz insanının yüzeysel algısı eleştirilir. Yazar, bu eleştiriyi tarihi olayları yüzeysel okumalara karşı bir uyarı olarak kullanır.
- İktidarın Zalim Doğası: Eserin ana başlığından da anlaşıldığı üzere „Bütün İktidarlar Zalimdir“ fikri, tarihteki güç mücadelelerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak vurgulanır. Güçlü olanın zayıfı ezdiği, çıkar ve menfaatlerin dini ve ahlaki değerlerin önüne geçtiği pek çok örnekle desteklenir.
- Geçmişin Geleceğe Yansımaları: Yazar, tarihi olayların ve toplumsal travmaların günümüz Orta Doğu halklarının içine düştüğü çıkmazı nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalışır. Geçmişteki başarıların bugünün çıkarları için araçsallaştırılmasının, savunulan değerin özünden sapmasına neden olduğu vurgulanır. „Geçmişte kalması ve aşılması gereken konular ısrarla yaşatılmaya çalışıldığında ısrarcı bir itiraz da zamanla onun varlık nedenine dönüşür.“ ifadesi, bu döngüsel yapıyı özetler.
- Dini Kimliğin Sorgulanması: Eser, farklı din ve mezhepler arasındaki çatışmaları ve bu çatışmaların toplumsal kimlikleri nasıl etkilediğini inceler. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, dini aidiyetin ötesindeki insani ve siyasi motivasyonları ortaya koyar.
Sonuç
„Ganimet Savaşları“, İslam tarihinin kritik dönemlerini, dini metinleri ve figürleri eleştirel bir gözle yeniden yorumlayan, güç, iktidar ve din arasındaki karmaşık ilişkiyi irdeleyen derinlikli bir eserdir. Yazar, geçmişin derslerinden yola çıkarak günümüz Orta Doğu’sundaki sorunların kökenlerine inmeyi amaçlamaktadır. Eser, tarihi olayların sadece „hakikat“ olarak öğretilen dogmalardan ibaret olmadığını, aksine derinlemesine bir sorgulama ve eleştirel bakış açısıyla incelenmesi gerektiğini savunur.
Ganimet Savaşları: İktidarın Zulmü ve Tarihsel Travmalar
- Mehmet Ünver’in „Ganimet Savaşları Bütün İktidarlar Zalimdir“ adlı eseri, bir tarihi roman olup, genel olarak Orta Doğu halklarının günümüzde içinde bulundukları çıkmazı ve tükenişi sorgulamaktadır. Yazar, bu durumun zihinsel nedenlerden kaynaklandığını ve bu nedenlerin de tarihte yaşanmış, toplumsal travmalara yol açmış siyasal bir arka plandan beslendiğini fark ederek bu eseri kaleme aldığını belirtir.
Kitabın ana konusu ve anlatımı, insanlık tarihinin uzun süresini Orta Doğu halklarıyla sınırlı tutarak açıklama amacı taşır. Yazar, zaman, sağlık ve ömür elverirse tüm tarihsel süreci üç kitap halinde açıklamayı hedeflemektedir.
Romanın içeriğine dair kaynaklarda verilen detaylar şunlardır:
- Tarihsel ve Mitolojik Kapsam: Eser, mitolojik bir öykü aktarımı olmaktan çok daha fazlasıdır. Uzay-zaman kavramlarını aşarak günümüz insanını 5000 yıl öncesinin Sümer kentlerinde dolaştırır ve geleceği yaratma çabası içinde geçmişle bugünü birleştirir. Yazara göre mitoloji, sadece keyifle okunan binlerce yıllık destanlar kitabı değil, bugünü düne bağlayan tarihsel bir buluşmanın sunduğu eğitim olanağıdır. Kitap, mitolojiyi ve dinler tarihini özgün bir şekilde öyküleştirerek yorumlama çabası içerisindedir.
- Yazarın Bakış Açısı: Eser, din eğitimi almış bir çağdaş „aydınlanmacı“nın gözleriyle bir dünya yaratma gayretindedir. M. Mehmet Ünver, edebiyat üzerinden felsefe yapan bir sanatçı olarak tanımlanır. Yazarın yoksul bir çocukluk geçirmesi, Türkiye sınırları içerisinde ezilen bir Kürt halkının ferdi olması, mitolojiyi güncele bağlama yeteneği ve din ağırlıklı eğitimi, eserine önemli bir altyapı oluşturmuştur.
- „Ganimet Savaşları“ Teması: Kitabın başlığında da yer alan „Ganimet Savaşları“ ifadesi, iktidarın zulmüyle ve ganimet hırsıyla hareket eden bir dünyanın tasvirini sunar. Yazar, Muhammed döneminden başlayarak, halifelik ve Abbasi dönemi gibi çeşitli tarihi süreçlerde ganimet elde etme arzusunun olayların seyrini nasıl etkilediğini vurgular. Hatta, Peygamberliğin ganimet hırsı olan insanlarla işbirliği yaptığını, bazen ahiret için cennet vaat eden bir elçi, bazen de dünya için ganimet dağıtan bir kral gibi davrandığını iddia eder.
- İktidarların Zulmü: Kitabın ana mesajlarından biri, „Bütün İktidarlar Zalimdir“ önermesidir. Kaynaklar, iktidarların sebep oldukları sorunları göremeyişlerini, eleştirileri art niyetli buluşlarını ve düzenlerinin temelini sarsmamak adına dini saygınlığı kullanmalarını eleştirir. Ganimetlerin peygamberliği kararttığı, rahmet yerine ganimetler üzerinde yükselen bir dine dönüştüğü ve bu noktada artık ne ganimetten ne de peygamberlikten vazgeçilemeyeceği ifade edilir.
- Anlatılan Dönemler ve Önemli Olaylar:
◦ Yaratılış Öyküsü: Kur’an, İncil ve Tevrat’a göre yaratılış, Adem’in yaratılışı, cennete götürülmesi, İblis’in secde etmeyişi, yasak ağaçtan yemeleri ve yeryüzüne gönderilmeleri gibi olayları kapsar.
◦ Peygamberlik Dönemi: Muhammed’in hayatı, ilk Müslümanların zorlukları, Mekke’den Medine’ye göç, Medine Vesikası, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin Fethi, Huneyn ve Tebük gibi savaşlar ve antlaşmalar ele alınır.
◦ Dört Halife Dönemi ve Sonrası: Halifelerin seçimi ve mücadeleleri (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali), Ridde Savaşları, İslam fetihleri, Müseylime ile savaş, Osman’ın katledilmesi, Cemel ve Sıffin savaşları, Hakem Olayı, Ali’nin katledilmesi, Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye bırakması ve Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi gibi olaylar detaylıca anlatılır.
◦ Amed Kuşatması: Bizans İmparatorluğu’na bağlı Amed şehrinin Müslümanlar tarafından kuşatılması, Melike Meryem’in direnişi, şehirdeki farklı mezhepler ve inançlar (Hristiyanlar, Yahudiler, Şemsiler), iç çekişmeler ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde işlenir.
◦ Karmatiler’in Mekke Saldırısı: Karmatiler’in kıyamet beklentileri, Mekke’ye saldırıları, Kâbe’deki katliamlar, Hacerülesved’in götürülmesi ve kutsal kitaplara yönelik eylemleri işlenir. Bu olaylar „Tarih Tekerrürden İbarettir“ ve „Her Seferinde Daha Ağır Sonuçlar Doğurur“ başlıkları altında sunulur.
Genel olarak, „Ganimet Savaşları“, Orta Doğu’daki iktidar mücadelelerinin, dini ve mitolojik anlatıların, savaşların ve ganimet arayışlarının insanlık tarihi boyunca nasıl bir döngü oluşturduğunu ve bunun günümüzdeki yansımalarını edebi bir dille sorgulayan kapsamlı bir tarihi romandır.
İslamiyet’in doğuşu ve erken dönem gelişimi bu kaynaklarda nasıl sunulmaktadır?
- Mehmet Ünver’in „Ganimet Savaşları“ adlı tarihi romanında İslamiyet’in doğuşu ve erken dönem gelişimi, Orta Doğu halklarının zihinsel çıkmazlarının ve tükenişinin tarihsel kökenlerini sorgulayan bir anlatı içerisinde sunulmaktadır. Eser, bu dönemi iktidar, ganimet hırsı ve toplumsal travmalarla şekillenen siyasi bir arka plan üzerinden ele alır [Ganimet Savaşları kitabının ana tanıtım metni, yazarın amacı].
İslamiyet’in doğuşu ve erken dönem gelişimi, kaynaklarda kronolojik olarak şu şekilde özetlenebilir:
- Peygamber Muhammed’in İlk Yılları ve Daveti (Hicret Öncesi Dönem):
- Toplumsal ve Dini Ortam: Mekke’de Ukaz panayırları gibi kültürel etkinlikler, şiir yarışmaları ve siyasi açıklamalar yapılırdı. Şairler, kıyamet alametleri ve beklenen bir kurtarıcı hakkında konuşurlardı. Ümeyye b. Ebi Salt gibi isimler, kendilerini beklenen kurtarıcı peygamber zannediyorlardı.
- Muhammed’in Gençliği: Muhammed, yirmi yaşında Hilful Füdul cemaatine katılarak haksızlıklara karşı durmuş, bu durum ona özgüven ve farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Kâbe’nin yeniden inşası sırasında Hacerülesved’in yerine konulması konusunda kabileler arasındaki ihtilafı zekice bir çözümle gidermişti.
- Peygamberlik İlanı ve Tepkiler:
◦ İlk üç yıl davetini gizli tuttu ve insanları ikna etmekte zorlandı.
◦ Putlara ve onlara inananlara karşı içinde bir tiksinti duymaya başlamıştı.
◦ Mekke’nin ileri gelenleri (Amr b. Hişam, Abduluzza) Muhammed’in kölelere cennet vaat ederek kendi düzenlerini tehdit ettiğini düşündü. Onu „mecnun“ ve „sahtekâr“ olarak nitelendirdiler. Kölelere karşı dayak ve aç bırakma gibi şiddet uyguladılar.
◦ Muhammed, okuma yazması olmadığı için bilgisini yüz yüze görüşmelerle geliştirmeye çalışıyordu.
◦ Mekke’nin ileri gelenleri, iktidarlarının temeli olan dini ve ilahları sorgulamanın kendi iktidarlarını sarsacağını düşünüyorlardı.
◦ Muhammed’in „Ay’ı ikiye ayırma“ mucizesi gibi söylentiler Kureyşlilerin öfkesini artırmıştı.
- Önemli Müslümanlar: Ebu Bekir, Ali b. Ebu Talib, Zeyd b. Harise ilk inananlardandı. Ömer b. Hattab’ın Müslüman olması (elçiliğin 6. yılı) önemli bir dönüm noktasıydı.
- Boykot ve Hicret Kararı: Haşimoğulları’na uygulanan boykotla (yiyecek ve su temini engellenerek) büyük zorluklar yaşandı. Bu durum Muhammed’i, siyasi iktidar olmadan davasında başarılı olamayacağına ikna etti.
- Medine Dönemi ve İslam Devleti’nin Kuruluşu:
- Akabe Biatları ve Hicret: Muhammed, Medine’den gelen Hazrec kabilesi ile görüşerek onların desteğini aldı. Hazrecliler, Yahudiler ve Evs kabilesi ile yaşadıkları iç sorunlara çözüm arıyorlardı. Muhammed ve Ebu Bekir, takip edilmekten kaçarak Medine’ye hicret ettiler ve Sevr Dağı’ndaki bir mağarada gizlendiler.
- Medine Vesikası: Medineli Araplar ve Yahudiler arasındaki sürtüşmeleri çözmeyi amaçlayan bu beyanname, Yahudi kabileleri arasında eşitlik sağladı. Ancak kaynaklar, farklı toplumlar arasında „din“in ifşa edilmemiş amaçlara götüren bir araç olarak görülmesi nedeniyle güvensizliğin arttığını belirtir.
- Ezan: Abdullah b. Zeyd’in rüyası üzerine ezan uygulaması başlatıldı.
- Ganimet Savaşları’nın Başlangıcı: Muhammed, cemaatinin geçimini sağlamak için Mekkelilere ait kervanlara zarar verme ve mallarını yağmalama iznini Allah’tan aldığını vahiyle bildirdi.
◦ Nahle Baskını: İlk başarılı yağma girişimi Müslümanların maddi umutlarını yeşertti.
◦ Bedir Savaşı (H. 2): Mekkelilerin bin kişilik ordusuna karşı 300 Müslümanla beklenmedik bir zafer kazanıldı. Muhammed, savaşçıların cesaretini artırmak için ölenlerin cennette olacağını müjdeledi. Amr b. Hişam gibi kilit düşmanlar öldürüldü. Savaş sonrası ganimet paylaşımında ihtilaflar yaşandı. Okuma yazma bilen esirler, Müslüman çocuklara ders vermeleri karşılığında serbest bırakıldı. Akrabalarını öldüren Müslümanlar cennetle ödüllendirildi.
◦ Uhud Savaşı (H. 3): Mekkeliler Bedir’in intikamını almak için 3000 kişilik bir orduyla geldi. Müslümanlar Abdullah b. Übeyy liderliğindeki 300 kişinin çekilmesiyle 700 kişiye düştü. Okçuların ganimet toplamak için yerlerini terk etmesi, Halid b. Velid’in arkadan saldırısıyla Müslümanların yenilgisine yol açtı. Bu yenilgi, Müslümanlar arasında Allah’ın onları neden cezalandırdığına dair sorgulamalara yol açtı. Hamza, Vahşi adlı köle tarafından özgürlüğünü kazanmak için öldürüldü.
◦ Hendek Savaşı (H. 5): Mekkelilerin 10 bin kişilik ordusu Medine’yi kuşattı, ancak kazılan hendekler sayesinde şehre giremedi. Ali’nin Amr b. Abdwudd ile teke tek mücadelesi önemli bir olaydı. Nuaym b. Mesud’un taktiğiyle Mekkeliler ile Yahudi müttefikleri (Kurayzaoğulları) arasına nifak sokuldu. Kum fırtınasıyla Mekke ordusu geri çekildi ve Müslümanlar savaşmadan zafer kazandı.
◦ Kurayzaoğulları Katliamı (H. 5): Hendek Savaşı’nın hemen ardından Muhammed, Kurayzaoğulları’nı kuşattı. Teslim olan Yahudilerin yetişkin erkekleri, Tevrat hükümlerine göre kılıçtan geçirildi, kadınları ve çocukları ise esir alındı.
◦ Hayber Savaşı (H. 7): Zengin Yahudi kaleleri fethedildi. Ali’nin büyük başarıları oldu. Ganimetler, Müslümanların maddi sıkıntılarını büyük ölçüde giderdi. Muhammed, Safiye ile evlendi. Zeynep adında bir Yahudi kadın tarafından zehirlenmeye çalışıldı.
◦ Hudeybiye Antlaşması (H. 6): Muhammed’in Umre niyetiyle Mekke’ye gitmesi engellendi. On yıl süreli bir antlaşma yapıldı; Müslümanlar o yıl Kâbe’yi ziyaret edemeyecek, Mekke’den gelen Müslümanlar geri verilecekti. Ömer bu duruma itiraz etse de, Muhammed bunu „en büyük fetih“ olarak nitelendirdi.
◦ Mekke’nin Fethi (H. 8): Muhammed gizlice Mekke’ye yürüdü ve şehri fethetti. Kâbe’deki putlar imha edildi. Muhammed, Mekke’yi kıyamete kadar haram ve dokunulmaz ilan etti.
◦ Huneyn Savaşı (H. 8): Hevazin ve Sakif kabilelerine karşı kazanılan zaferde, başlangıçta Müslümanlar dağılsa da Muhammed onları toparladı. Bu savaşta da büyük ganimetler ve esirler ele geçirildi. Ancak ganimetlerin dağıtımında eşitsizlik olduğu için bazı Müslümanlar arasında hoşnutsuzluk oluştu. Muhammed, kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladı.
◦ Tebük Seferi (H. 9): Bizans İmparatorluğu’na karşı düzenlenen seferde, Muhammed’e özel ayrıcalıklar verildiği belirtilir: Bütün insanlara gönderilme, yeryüzünün mescit kılınması ve savaş ganimetlerinin helal kılınması. Yahudi ve Hristiyanların Müslüman olmayı kabul etmezlerse cizye ödemeleri emredildi.
- Muhammed’in Rolü ve İktidar Algısı: Kaynaklar, Muhammed’in insanları şirkten vazgeçirmeye çalışırken, giderek ihtiyaçları karşılaması gereken hazinesiz bir iktidara ve fiili bir devlete dönüştüğünü ifade eder. Ganimet savaşlarını „Din ve Allah için yapıyoruz“ diyerek meşrulaştırmaktan başka seçeneği kalmadığı, peygamberliğinin ganimetlerle karardığı belirtilir. „Bütün iktidarlar zalimdir“ teması üzerinden, peygamberin dahi ganimet hırsı olan insanlarla işbirliği yaptığı, bazen cennet vaat eden bir elçi, bazen de ganimet dağıtan bir kral gibi davrandığı iddia edilir [Ganimet Savaşları kitabının ana tanıtım metni, yazarın amacı, 316].
- Dört Halife Dönemi ve İç Çatışmalar:
- Ebu Bekir Dönemi (H. 11-13):
◦ Hilafet Seçimi: Muhammed’in ölümünden sonra Ensar ile Muhacirler arasında halifelik konusunda tartışmalar yaşandı. Ebu Bekir, Ömer’in desteğiyle halife seçildi. Ali, ilk başta biat etmedi.
◦ Ridde Savaşları: Ebu Bekir, Muhammed’in ölümünü fırsat bilerek zekât ve cizyeden muaf olmak isteyen veya eski dinlerine dönmek isteyen kabilelere karşı savaş başlattı. Bu savaşlar, Halife’ye zekât ödemenin Allah’a imandan daha önemli hale geldiğini gösteriyordu. İrtidat eden İyas’ı ibret olsun diye yakarak öldürttü.
◦ Yemame Savaşı: Peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime ile yapılan kanlı savaşta Müseylime öldürüldü, ancak birçok Müslüman da öldürüldü. Bu savaşta da ganimetler büyük rol oynadı.
◦ Kur’an’ın Cem’i: Kur’an, hurma dallarından ve hafızalardan toplanarak Zeyd b. Sabit tarafından bir araya getirildi.
◦ Vefatı: Ebu Bekir hastalanarak vefat etti. Ölüm döşeğinde Fatıma’ya (Muhammed’in kızı) yapılanlardan pişmanlık duyduğunu ifade etti.
- Ömer Dönemi (H. 13-23):
◦ Hilafet: Ebu Bekir tarafından halife tayin edildi. İlk başta Halid b. Velid gibi askeri liderlerin zaferleri kendisine mal etmekle eleştirildi.
◦ Fetihler: Bizans ve Sasani topraklarında büyük fetihler gerçekleştirdi (Irak, Suriye, Kudüs). Özellikle Kadisiye Savaşı ile Sasanilere büyük darbe vurdu. Ele geçirilen topraklarda yaşayan Mecusi halklar kılıçtan geçirilirken, kutsal kitapları imha edildi.
◦ Yönetim: Ganimetleri düzenli olarak paylaştırdı ve bazı önemli kişilere maaş bağladı. Medine’yi kutsal bir merkez haline getirdi. Askeri komutanlarını cihat ruhuyla hareket etmeye teşvik etti.
◦ Ali ile İlişkisi: Ali’den kızı Ümmü Gülsüm’ü istediği, Ali’nin küçük olduğu gerekçesiyle başlangıçta dirense de sonunda kabul ettiği belirtilir.
◦ Suikastı: Firuz adlı bir Pers kölesi tarafından camide bıçaklanarak öldürüldü. Ömer, katilinin bir Müslüman Arap olmamasına şükretti.
- Osman Dönemi (H. 23-35):
◦ Hilafet: Şura tarafından halife seçildi.
◦ Kur’an’ın Standardizasyonu: Kur’an’ın tek bir nüsha üzerinde birleştirilmesini emretti ve diğer nüshaları imha ettirdi. Bu durum, Kur’an’ın tahrif edildiği iddialarına yol açtı.
◦ İdari Atamalar ve Eleştiriler: Akrabalarını (Ümeyyeoğulları’nı) kayırmakla, devlet mallarını kendi otlağı yapmakla ve ganimetleri adaletsiz dağıtmakla suçlandı. Valisi Velid b. Ukbe’nin sarhoş namaz kıldırması gibi olaylar isyanları tetikledi. Ammar b. Yasir gibi sahabeler, iktidarın hep aynı zulmün üzerinde yükseldiğini, Ebu Cehil ile Osman arasında fark olmadığını düşündüler.
◦ Suikastı: Artan şikâyetler ve isyanlar üzerine Medine’de isyancılar tarafından kuşatıldı ve öldürüldü. Kuşatma sırasında, daha önce Kurayzaoğulları gibi kendi kuşattığı kaleleri hatırladığı belirtilir.
- Ali Dönemi (H. 35-40):
◦ Hilafet: Osman’ın öldürülmesinden sonra halife seçildi.
◦ Cemel Savaşı: Aişe, Talha ve Zübeyr’in başını çektiği muhaliflerle karşılaştı. Bu, Müslümanlar arasındaki ilk kanlı iç savaş oldu ve İslam dininin kendi kendini bitirmesine yol açtığı yorumlanır. Ali, Talha’yı ikiyüzlülükle, Zübeyr’i ise Abdullah yüzünden bozulmakla suçladı.
◦ Sıffin Savaşı: Muaviye, Osman’ın intikamını bahane ederek Ali’nin halifeliğini tanımadı ve Sıffin’de savaşa tutuştular. Amr b. As’ın Kur’an sayfalarını mızrak ucuna takma taktiğiyle savaş durduruldu ve hakem olayı yaşandı.
◦ Hakem Olayı: İki tarafın hakemleri (Ebu Musa Eş’ari ve Amr b. As), halifelik meselesini çözmek için bir araya geldi. Ancak Amr b. As’ın entrikasıyla Ali’nin halifelikten azledildiği ilan edildi. Bu durum Ali’nin üzüntüsüne ve pişmanlığına yol açtı.
◦ Hariciler: Hakem olayını kabul etmeyen bir grup Müslüman (Hariciler) ortaya çıktı ve hem Ali’yi hem de Muaviye’yi tekfir etti.
◦ Suikastı: Ramazan ayında (H. 40), bir Harici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından suikasta uğrayarak vefat etti. Ölüm anındaki sözleri „Kâbe’nin Rabbine andolsun, kurtuldum“ olarak aktarılır; bu, halifelik rüyasının bir „ateşten gömlek“ gibi algılandığına işaret eder.
- Hasan ve Muaviye Dönemi:
◦ Ali’den sonra oğlu Hasan halife seçildi, ancak Muaviye ile anlaşarak halifeliği ona devretti. Bu durum, Arap Ümmeti’nin yeniden tek çatı altında birleştiği dönemi başlattı.
◦ Muaviye, devlet işlerinde liyakatli ve tecrübeli kişilere görev verirken, din adamlarını da destekleyerek otoritesini pekiştirdi.
◦ Hasan’ın Muaviye’den sonra halife olacağı anlaşmanın bozulması için zehirlendiği düşünülür.
- Hüseyin’in Kerbela Şehadeti (H. 61):
◦ Hüseyin, Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat etmeyi reddetti. Kufelilerin daveti üzerine Kufe’ye doğru yola çıktı.
◦ Kerbela’da Yezid’in ordusu tarafından kuşatıldı ve ailesiyle birlikte susuz bırakıldı.
◦ Abbas, su getirmek isterken kolları kesilerek şehit edildi.
◦ Hüseyin, sayıca üstün düşman ordusuyla savaştı ve şehit edildi. Kesilen başı mızrak ucunda dolaştırıldı, cesedi atlar altında çiğnendi, kadınları ve çocukları esir alındı. Bu olay, Kurayza Yahudilerinin katledilmesiyle paralellik kurularak „Muhammed’in çocukları da Kur’an’ın hükmüyle katlediliyordu“ şeklinde yorumlanır.
- Erken İslam Döneminin Eleştirel Analizi:
- İktidarın ve Ganimetin Gölgesi: Kaynaklar, Muhammed’in „dünya coğrafyasının kaderini değiştiren“ hayallerine rağmen, söylem ile hayatın birbiriyle uyuşmadığını, ganimet uğruna yapılan savaşların insanları gözü kara hale getirdiğini ve ezilenlerle ezenlerin aynı Allah, din ve Kitap’tan meşruiyet devşirmesinin çelişkiler yarattığını belirtir.
- Dini Meşruiyet Araçları: „Allah ve din için“ yapılan savaşlar, iktidarı meşrulaştırmanın ve ganimet elde etmenin bir aracı haline geldi.
- İç Çelişkiler ve Sorgulamalar: İslam’ın genişlemesiyle birlikte „Bu nasıl bir dindir?“ gibi sorgulamalar başladı. „Gerçek Müslüman değil“ argümanıyla yüzleşmekten kaçınıldı.
- „Asr-ı Saadet“ Efsanesi: Muhammed döneminin „Asr-ı Saadet“ olarak hayal edildiği, ancak gerçekte yaşananlardan çok uzak, kusursuz bir dönem olarak algılandığı ifade edilir.
- Dini Bölünmeler: Kelam ve Akaid konularındaki belirsizlikler, Tanrı’nın mahiyeti, vahiy ve kader gibi konulardaki cevapsız sorular, Selefiyye, Eş’ariyye, Mu’tezile, Şia, Haricilik gibi birçok farklı mezhebin ortaya çıkmasına neden oldu. Din adamları, Allah hakkında soru sormanın dinden çıkaracağı fetvasını vererek sorgulamayı yasakladı.
- İslam’ın Dönüşümü: İslamiyet, başlangıçtaki söylemlerinden uzaklaşarak, iktidarı uzun süren sosyal bir olguya dönüştü. Muhammed’e atfedilen ideolojinin Ömer’le kurumsallaştığı ve Halid b. Velid’in kılıcıyla yayıldığı belirtilir. Zamanla Arap olmayanların da iktidar aracı haline gelmesiyle Arap kontrolünden çıkmaya başladı.
- Tarihin Tekrarı: Karmatiler’in Mekke’yi işgali ve Hacerülesved’i götürmesi gibi olaylar, „tarih tekerrürden ibarettir“ ve „her seferinde daha ağır sonuçlar doğurur“ teması altında işlenir. Ebu Tahir, Mekke’yi işgal ettiğinde, Kâbe’yi Lat, Uzza ve Menat’ın koruduğu cahiliye dönemini hatırlatarak Allah’ın neden koruyamadığını sorgular.
Genel olarak kaynaklar, İslamiyet’in doğuşunu ve erken dönem gelişimini, dinin sadece manevi bir inanç sistemi olmaktan öte, aynı zamanda siyasi bir iktidar aracı, toprak genişletme ve ganimet elde etme motivasyonuyla hareket eden çelişkili ve kanlı bir süreç olarak sunmaktadır.
Erken İslam toplumunda yaşanan liderlik ve dini çatışmaların ana sebepleri nelerdir?
Erken İslam toplumunda yaşanan liderlik ve dini çatışmaların ana sebepleri, kaynaklarda detaylı bir şekilde ele alınan çok katmanlı ve karmaşık faktörlere dayanmaktadır. Bu çatışmalar genellikle siyasi, ekonomik, sosyal ve dini unsurların iç içe geçmesiyle ortaya çıkmıştır.
Başlıca sebepler şunlardır:
- İktidar ve Liderlik Mücadeleleri
◦ Peygamber sonrası halifelik tartışmaları: Hz. Muhammed’in vefatının ardından, halifelik makamının kimin elinde olacağı konusunda Medine’deki Ensar ile Mekke’den gelen Muhacirler arasında ciddi anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Ensar, Sa’d b. Ubâde’yi halife seçme teşebbüsünde bulunurken, Ömer ve Ebû Bekir gibi isimler Kureyş’in soyluluğu ve Peygamberlik makamının kendilerinden çıkması gibi argümanlarla halifeliğin Kureyş’te kalması gerektiğini savunmuşlardır. Bu durum, halifeliğin babadan oğula geçmesi gerektiği (Şia’nın iddiası) ile seçimle belirlenmesi gerektiği (Sünnilerin iddiası) gibi farklı yönetim anlayışlarının temelini atmıştır.
◦ Güçlü komutanların yarattığı siyasi risk: Halid b. Velid gibi askeri dehasıyla efsaneleşmiş komutanların kazandığı başarılar, merkezî otorite için bir tehdit oluşturmuş; Ömer’in Halid’i azletme kararı, güçlü askeri liderlerin bağımsız hareket etme potansiyelinin iktidar üzerindeki etkisini göstermiştir. Ömer, devletin ve halifeliğin kutsal bir amaç etrafında yeniden değerlendirilmesi ve merkezîleşmesi gerektiğini savunmuştur.
◦ Nepotizm ve yolsuzluk iddiaları: Osman döneminde valiliklere akrabaların atanması ve devlet hazinesinden onlara büyük bağışlar yapılması, halk arasında büyük tepkiye yol açmış, yönetimdeki eşitsizlik ve yolsuzluk algısı isyanların temel nedenlerinden biri olmuştur.
◦ İktidarın doğasına ilişkin çatışan anlayışlar: Kaynaklar, iktidarın „talep edilecek bir şey olmadığı gibi kimseye teklif de edilmezdi. İktidar ancak kazanılarak elde edilirdi“ şeklinde pragmatik bir yaklaşımla, dini makamdan ziyade, gücü ele geçirme ve sürdürme mücadelesi olarak algılandığını göstermektedir.
◦ Suikastlar ve komplolar: Özellikle Osman’ın katli ve Ali’nin suikastı gibi olaylar, siyasi rakipleri ortadan kaldırma ve iktidarı ele geçirme aracı olarak şiddetin yaygınlaştığını ortaya koymaktadır. Mervan b. Hakem’in Muhammed b. Ebû Bekir’e karşı düzenlediği suikast planı, liderlik içindeki ihanet ve entrikaların boyutunu gözler önüne sermiştir.
- Ekonomik Çıkarlar ve Kaynak Dağıtımı
◦ Ganimetlerin rolü: Fetihlerden elde edilen ganimetler, hem ordunun motivasyonunu artırmış hem de zenginleşmenin ana kaynağı olmuştur. Ancak ganimetlerin dağıtımındaki eşitsizlikler ve fetihlerin duraklamasıyla gelirlerin azalması, özellikle askeri garnizon şehirlerinde (Kûfe, Basra, Mısır) askerlerin maaşlarının düşürülmesi ve vergilerin artırılması gibi şikâyetlere yol açmıştır. Hatta İslam’ın „sihrini yitirmesi“nin ganimetlerin kesilmesine bağlandığı da belirtilmiştir.
◦ Zekât ve haraç anlaşmazlıkları: Ebû Bekir’in halifeliği döneminde zekât ödemeyi reddeden kabilelerle yapılan Ridde savaşları, dini yükümlülüklerin devlet otoritesi ve askeri güçle dayatılmasının birincil nedenlerinden biri olmuştur. Fethedilen topraklardan alınan cizye ve haraçlar, devletin ana gelir kaynakları olmuş, bu da ekonomik sömürü ve kaynak kontrolünün çatışmaların temelinde yattığını göstermiştir.
◦ Toprakların sahiplenilmesi: Fethedilen toprakların Kureyş liderleri tarafından özel mülk edinilmesi veya ikta olarak dağıtılması, arazi mülkiyeti ve servet eşitsizliği konusunda ciddi itirazlara neden olmuştur.
- Dini ve Felsefi Yorum Farklılıkları
◦ Peygamberlik iddiaları: Muhammed’den sonra ortaya çıkan Müseylime ve Esvedül Ansi gibi peygamberlerin iddiaları, dini liderlikteki rekabeti ve toplulukların kendi peygamberlerini destekleyerek ekonomik çıkarlarını artırma arzusunu göstermiştir.
◦ Kutsal metinlerin yorumlanması ve standartlaştırılması: Kur’an’ın tek bir nüsha üzerinde birleştirilmesi (Osman’ın Mushaf’ı), bazıları tarafından „Kitabı mahvetmek“ olarak yorumlanırken, diğerleri tarafından dini birliğin sağlanması olarak görülmüştür. Bu durum, dini otoritenin kutsal metin üzerindeki kontrolü sorununu ortaya çıkarmıştır.
◦ Dini pratikler ve ahlaki eleştiriler: Ömer’in cariyeleri İslam’dan döndürmek için şiddet uygulaması, Velid b. Ukbe’nin sarhoşken namaz kıldırması, veya Muhammed’in kişisel hayatındaki bazı tartışmalı evlilikleri gibi olaylar, dini liderlerin ahlaki otoritesi ve dini prensiplere uygunluk konusunda şüpheler uyandırmıştır.
◦ Dinsel-Felsefi çatışmalar: İblis’in Adem’e secde etmemesi ve üstünlük iddiası, Adem’in cennette Tanrı’nın gücünün sırrını çözme arzusu, Müseylime’nin Muhammed’i bencillikle suçlaması veya Ebu Tahir’in tüm kutsal kitapları „insanları serseme çeviren yalanlar“ olarak nitelendirmesi gibi durumlar, dini-felsefi farklılıkların, kibirin ve otoriteye meydan okumanın derin çatışmaları tetiklediğini göstermektedir.
◦ Mezhepsel ayrılıklar: Sünni, Şii, Harici, Mutezile gibi çok sayıda mezhebin ortaya çıkması, dini yorumlardaki farklılıkların ve dini bilginin akıl ile uzlaştırılması çabalarının yeni çatışma alanları yarattığını göstermiştir. Özellikle Hariciler’in „Hüküm ancak Allah’ındır“ diyerek hem Ali’ye hem de Muaviye’ye karşı çıkmaları, siyasi liderliği ilahi egemenliğe aykırı görmelerinin bir sonucudur.
- Sosyal ve Kültürel Faktörler
◦ Kabilecilik ve aşiret bağları: Kabileler arasındaki asırlık düşmanlıklar (Evs ve Hazrec gibi) veya Kureyş içindeki Hâşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasındaki rekabet, siyasi ve dini hareketlenmeleri derinden etkilemiştir. Ömer’in Arapların Arap olmayanlara karşı birlik olması vurgusu ve Arap köleliğinin yasaklanması, kabileci ve etnik kimliğin erken İslam toplumundaki önemini göstermektedir.
◦ İnsan doğasındaki eğilimler: Kaynaklar, insanın „sınırsız arzulara sahip“ olması, „erdem ile şehvet arasında bir yolda“ bulunması ve kendi çıkarlarını kutsal motiflerle bezeme eğilimi gibi temel özelliklerinin çatışmaları tetiklediğini ima etmektedir. Adem’in „korku ve merakla“ dünyayı keşfetmesi, Tanrı’nın gücünü çözme arzusu ve „yaşayan Müslüman ölü Hristiyan’dan iyidir“ gibi pragmatik düşünceler, insan davranışının temel motivasyonlarını yansıtmıştır.
◦ Asimilasyon ve kültürel direniş: Fethedilen topraklardaki halkların kendi dinlerini, dillerini ve kültürlerini koruma çabaları, Müslüman iktidarının asimilasyon politikalarıyla çatışmıştır. Amed’deki direnişin gösterdiği gibi, yerel halklar kimliklerini ve kutsal mekanlarını korumak için savaşmışlardır.
- Şiddetin Meşrulaştırılması
◦ Savaşın dini meşruiyeti: Muhammed’e ganimetlerin helal kılınması, şehitlik ve cennet vaatleri, dini liderlerin savaş alanında askerlerini motive etmesi, savaşı ve şiddeti dini bir görev ve ödül sistemi içinde meşrulaştırmıştır. Özellikle Kurayza Yahudilerinin Tevrat hükümlerine göre katledilmesi ve daha sonra İmam Hüseyin’in çocuklarının Kur’an hükümleriyle katledilmesi, kutsal metinlerin şiddeti meşrulaştırmadaki paradoksal rolünü vurgulamıştır.
◦ Şiddet ve cezanın caydırıcı etkisi: İyas’ın caydırıcı olması için yakılarak öldürülmesi ve Halid’in uyguladığı acımasız cezalar, otoritenin şiddeti bir kontrol aracı olarak kullanma eğilimini göstermektedir.
Sonuç olarak, erken İslam toplumundaki liderlik ve dini çatışmalar, sadece dini farklılıklardan değil, aynı zamanda siyasi hırs, ekonomik çıkar çatışmaları, kabilecilik, sosyal eşitsizlik, bireysel intikam duyguları ve iktidarın doğasındaki acımasızlık gibi pek çok etkenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalar, İslam Devleti’nin genişlemesiyle birlikte daha da derinleşmiş ve iç ayrılıkları (özellikle Sünni-Şii bölünmesi) kalıcı hale getirmiştir.
Ganimet Savaşları Türkçe v2
Ganimet Savaşları
İnanç ve Fetih Tarihçeleri
İslam Tarihi: Adem’den Karmatilere
Sağlanan metinler, İslam tarihi ve dinine ilişkin geniş bir kapsam sunmaktadır. İçerikler, Hazreti Adem’den başlayarak yaratılış öyküsü, cennetteki yaşam, Şeytan’ın kovulması ve ilk insanların deneyimleri gibi konuları ele almaktadır. Daha sonra, Muhammed’in peygamberlik dönemi, Mekke ve Medine’deki yaşamı, savaşlar, anlaşmalar ve sosyal düzenlemeler detaylandırılmaktadır. Metinler ayrıca, ilk halifeler dönemi olan Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın hilafetleri ile Ali’nin iktidar mücadelelerini ve bu süreçteki olayları içermektedir. Kerbela olayı ve Kâbe’nin kuşatılması gibi trajik olaylar da aktarılırken, Karmatiler gibi farklı İslami akımların inanç ve uygulamalarına değinilmektedir. Genel olarak, kaynaklar İslamiyet’in doğuşu, yayılışı ve erken dönemlerindeki siyasi ve dini çekişmeler hakkında zengin bilgiler sunmaktadır.
Ganimet Savaşları: İnsanlığın ve İslam’ın Öyküsü
Özet Bilgilendirme Belgesi: „Ganimet Savaşları“
Bu belge, „Ganimet Savaşları“ adlı kaynaktan alınan alıntıları inceleyerek ana temaları, önemli fikirleri ve olguları özetlemektedir.
Ana Temalar ve Önemli Fikirler/Olgular
- İnsanlığın Kökenleri ve Erken Dönem Deneyimleri:
Kaynak, „Adem“ adında bir karakterin bilinmeyen, karanlık bir dünyadaki ilk deneyimlerini detaylandırır. Bu deneyimler, hayatta kalma mücadelesini, doğayla etkileşimi ve temel ihtiyaçların keşfini içerir.
- Korku ve Merak: Adem, başlangıçta küçük sürüngenlerden bile korkar, ancak daha sonra onları keşfetmeye çalışır. „Hiçbir zarar vermeyi düşünmediği canlılar şayet ondan gereksiz yere korkuyorlarsa onun da kendisinden daha büyük yaratıklardan kork-ması gereksiz değil miydi?“ sorusu, korkunun doğası üzerine bir sorgulamayı ifade eder.
- Temel İhtiyaçların Keşfi: Açlık ve susuzluk gibi temel ihtiyaçlar, Adem’i su ve meyve gibi kaynakları keşfetmeye iter. Su içtikçe karın ağrılarının azaldığını fark etmesi, deneyim yoluyla öğrenmeye bir örnektir. „Suyu keşfetmek Adem’e inanılmaz bir he-yecan vermişti.“
- Hayvanlardan Öğrenme: Adem, hayvanların davranışlarını gözlemleyerek (örneğin su içme) hayatta kalma becerilerini geliştirir. „Hayvanların davranışlarından aldığı ilhamla ayağa kalkıp etrafına bakındı.“
- Korku ve Güvenlik Arayışı: Karanlık ve bilinmeyen, Adem’de korku ve öfke uyandırır. Hayvan gölgeleri ve sesleri onu ağaca tırmanmaya ve güvende hissetmeye iter. „Etrafta dolanan hayvanların belirsiz gölgeleri ve çıkarttıkları garip sesler niha-yet ona yüksek bir ağaca tırmanma hissi telkin etmişti.“
- Doğaüstü İnançların Doğuşu: Güneşin batışı ve doğuşu, Adem için bir terk ediliş ve dönüş olarak algılanır. Yağmurun gökten gelmesiyle „Tanrı gökyüzünden mi izliyordu kendisini?“ sorusuyla ilahi bir bağ kurma fikri gelişir. Bu, erken dönem insanlarında doğa olaylarına verilen ilahi anlamı yansıtır.
- Deneyimle Öğrenme ve Adaptasyon: Adem, zamanla çevresel koşullara uyum sağlar, ağaçlara daha hızlı tırmanır ve güvenli yerlerde saklanmayı öğrenir. „Adem zamanla çevre şartlarına iyice uyum sağlamaya başlamıştı.“ Güneş ve ayın birlikte hareket etmeleri ve kendisini „gözetledikleri“ inancı, evrenin işleyişine dair ilkel bir anlayışı gösterir.
- Cennet ve İdeal Yaşamın Sorgulanması:
Adem’in cennetteki deneyimleri, hazza rağmen bir eksiklik hissetmesiyle insani tatminsizliği ve özgünlük arayışını ortaya koyar.
- Duygusuz Haz ve Eksiklik Hissi: Cennetteki hurilerin duygu yoksunu „görev gereği“ davranışları, Adem’de bir tatminsizlik yaratır. „Bunlar cid-den istekli miydi, yoksa görevlerini en mükemmel şekilde ifa etmek için mi öyle çırpınıyorlardı?“ sorusu, gerçek duygu ve etkileşim arayışını vurgular.
- Bilme Arzusu: Adem’in „Bir şey eksik ama nedir o? Yoksa Tanrı bana bir şey mi öğretmek istiyor?“ sorusu, varoluşsal bir merakı ve ilahi bir amacı anlama isteğini gösterir.
- Cennetten Kovuluş ve İblis’in Rolü:
Havva ile etkileşim ve yılanın (İblis) müdahalesi, günah, sorumluluktan kaçış ve ilahi yargı temalarını işler.
- Havva ve Reddediliş: Adem’in Havva’yı etkileme çabaları ve Havva’nın „Çok çirkinsin!“ diyerek alay etmesi, ilk insani ilişkilerdeki karmaşıklığı gösterir.
- Yılanın Aldatması ve İblis: Yılanın ortaya çıkışı ve Adem’i kışkırtması, aldatma ve günaha sürükleme temasını yansıtır. Yılanın İblis’i kusarak „Beni de bu kandırdı“ demesi, sorumluluktan kaçma eğilimini vurgular.
- İlahi Gazap ve Yargı: Tanrı’nın öfkesi ve meleklerin yatıştırma çabaları, ilahi adalet ve korkuyu tasvir eder. „Daha önce Tanrı’yı hiç böyle hiddetli görmeyen melekler O’nun gazaba gelerek kendilerini de helak etmesinden ürküyorlardı.“
- Toplumsallaşma ve Hukukun Gelişimi:
İnsanların hayatta kalma mücadelesi, toplumsal kuralların ve yasaların oluşturulmasına yol açar.
- Tecrübeyle Gelen Bilgi: „İnsanlar yeryüzünün zor şartlarında verilen hayatta kalma mücadelesi sayesin-de edindikleri tecrübelerle birlikte yeni düşünceler, bilgiler, davranışlar ve alışkan-lıklar da kazandılar.“ ifadesi, insanlığın gelişimindeki deneyimin önemini vurgular.
- Toplumsal Kuralların İcadı: Aile ve kabile yaşamlarında sorunları aşmak için kurallar ve yasalar geliştirilmesi, toplumsal düzenin ve güvenliğin temellerini atar.
- İslamiyet’in Yayılışı ve Muhammed’in Peygamberliği:
Muhammed’in peygamberlik iddiaları, karşılaştığı zorluklar, vahiy anlayışı ve İslam toplumunun oluşumu ele alınır.
- Peygamberlik İddiası ve Reddediliş: Muhammed’in peygamberlik ilanına karşı çıkan Nadr b. Haris gibi figürler, şüpheciliği ve direnişi temsil eder. Nadr’ın „Peygamberlik benim hakkımdı!“ demesi, kıskançlığı ve statü çekişmesini gösterir.
- Vahiy Deneyimleri: Muhammed’in rüyada, Cebrail aracılığıyla veya doğrudan Allah ile vahiy aldığına dair açıklamaları, vahiy mekanizmasının çeşitliliğini sunar. „Bazen zil sesi duyarım o zaman melek bana çok sokulur ve bu durum bana çok ağır gelir, soğuk günde bile alnımdan terler boşalır, hatta devemin üzerinde isem deve bu vahyin ağırlığından beni taşıyamaz ve yere çöker.“
- İslam’a Karşı Direniş: Mekkelilerin Muhammed’e ve dinine karşı nefreti, dışlama ve iftiraları, yeni bir dinin yayılma sürecindeki zorlukları gösterir. „Bu adam kalbimize şüphe koymaya çalışıyor, bizi dinimizden soğutmaya ve Allah’a olan inancımızdan kopartmaya çalışıyor.“
- Hudeybiye Antlaşması ve Mekke’nin Fethi: Haram ayda umreye gitme kararı ve Mekke’nin fethi, İslam’ın askeri ve siyasi başarısını sembolize eder. Mekke’nin „haram ve dokunulmaz“ ilan edilmesi, şehrin kutsallığını ve yeni düzenin hükümlerini belirtir.
- Kılıcın Gücü ve İkna: Metin, İslam’ın yayılmasında iknanın yanı sıra „kılıcın sihri ve gücünün“ rolünü de vurgular. „Maalesef din insanlar arasında ikna ile yayılmıyordu, aksine, boyun eğdirilerek hakim kılınabiliyordu.“ Bu, İslam’ın ilk dönemlerindeki siyasi ve askeri gerçeklere işaret eder.
- Sosyal Yapı ve Hukuki Düzenlemeler:
Medine Sözleşmesi gibi belgeler, erken dönem İslam toplumunun hukuki ve sosyal normlarını gösterir.
- Medine Sözleşmesi (Sahife): Müminler arasındaki dayanışma, mali yükümlülükler, cinayet ve suçlarla ilgili kurallar, toplum içi barışı ve adaleti sağlamayı amaçlar. „Hiçbir mümin bir kâfir karşılığında bir mümini öldüremez ve bir mümin aleyhinde bir kâfire yardım edemez.“
- Ahlaki Öğretiler: Kadınların iffeti, hayvanlara merhamet gibi konular, İslam’ın sosyal ve ahlaki değerlerini yansıtır. „Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.“ „Bu merhametli davranışından ötürü Allah da adamı överek günahlarını bağışladığını buyurdu.“
- Adalet ve Cezalandırma: Cinayet, iftira gibi suçlara verilen cezalar (kısas, azap), hukukun üstünlüğünü ve ilahi yargıyı gösterir.
- Liderlik ve Siyasi Stratejiler:
Muhammed, Ömer ve diğer liderlerin stratejileri, yönetim anlayışlarını ve karşılaştıkları zorlukları ortaya koyar.
- Muhammed’in Liderliği: Askeri stratejilerde danışma (Hubab b. Münzir’in önerisi), vahiy aracılığıyla ilahi destek alma ve moral yükseltme çabaları. „Allah üç bin melek yollamayı kabul etti,“
- Ömer’in Yönetimi: Otorite kurma, halk sevgisini kazanma, Arap birliğini güçlendirme ve fetihler için stratejiler geliştirme. Halid b. Velid’in azli, adaletin ve prensiplerin kişisel ilişkilerin üzerinde tutulması gerektiğini gösterir. „Halid b. Velid’i kumandanlıktan azlettim zira, o dayılarımın oğludur, Allah’ın kılıcıdır, İslam’ın en keskin kılıcıdır fakat, hak başkadır.“
- Farklı Halkların Yönetimi: Fethedilen bölgelerde halkın isyan etmesini önlemek için „işbirlikçi yerel adamların kazanılması“ ve „ağır olmayan cizye veya haraçlar“ istenmesi gibi pragmatik politikalar benimsenir. „İnsanların sadece mağlup edilerek ikna edilemeyeceklerini de bildiklerinden satın alma yöntemlerinin de uygulanmasında fayda gördüler.“
- Şüphe, İhanet ve İnanç:
Kaynak, inançlıların yanı sıra şüpheciliği, ihaneti ve inanç krizi yaşayan karakterleri de sunar.
- İftira Olayı (Aişe Hadisesi): Aişe’ye yönelik iftiralar ve ardından gelen ilahi ayetler, toplumsal dedikodu ve inanç krizini ele alır. „O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır.“
- Katip İhanetleri: Abdullah b. Hatal ve Abdullah b. Sad b. Ebu Serh gibi katiplerin ihaneti, vahyin korunmasındaki zorlukları ve insan faktörünün önemini vurgular. „Muhammed Allah’tan getirdiği vahiyleri yazdırdığında okuyamadığı ve kontrol edemediği için her şeyi kâtiplerin vicdanına bırakmak zorunda kalıyordu.“
- İbn Mülcem’in Suikastı: Halife Ali’ye yönelik suikast girişimi, iç çatışmaların ve intikam duygusunun tehlikeli sonuçlarını gösterir. İbn Mülcem’in „Ben o zehirli kılıcı kırk gün biledim. Onunla insanların en kötüsünün ve en zararlısının öldürülmesini Allah’tan diledim“ ifadesi, intikam ve dini motivasyonun çarpık birleşimini yansıtır.
- Kozmoloji ve Teoloji:
İslam’ın yaratılış anlayışı ve ilahi varlık üzerine tartışmalar.
- Yaratılış Anlayışı: „Allah vardı, ondan önce hiçbir şey yoktu. Allah altında hava, üstünde hava bulunan bir bulutta idi. Sonra Arş’ını su üzerinde yarattı.“ Bu açıklama, İslam’ın yaratılış mitolojisini ve Allah’ın önceliğini vurgular.
- Allah’ın Doğası Üzerine Sorular: Metin, İslam düşüncesindeki teolojik boşluklara ve cevapsız kalan Akaid (kelam) sorularına dikkat çeker. „Allah var mıdır, yok mudur? Yaşayan bir canlı mıdır? Eli, ağzı, düşüncesi ve duyguları var mı? Ne ile düşünmekte ve ne ile bilmektedir?“ gibi sorular, ilahi varlığın soyutluğunu ve anlaşılmasındaki zorlukları ortaya koyar. Bu sorular, farklı İslam mezheplerinin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. „İslam “nasıl” sorusunun önünde çaresiz kaldıkça çözülüyor ve farklı arayışlara“ ifadesi, bu teolojik belirsizliklerin yol açtığı sorunları belirtir.
- Son Vasiyet ve Kıyamet Beklentisi:
Muhammed’in son vasiyeti, kıyamet ve kurtarıcı beklentisi.
- Veda Hutbesi Temaları: Canların, malların ve ırzların kutsallığı, şeytanın gücünü kaybetmesi, kadın hakları, Muhammed’in vasiyetinin yayılması, temel İslami değerleri ve toplumsal düzeni vurgular. „Sakın benden sonra eski dalâletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayın.“
- Kıyamet ve Kurtarıcı Beklentisi: Şairlerin ve Yahudi Haham İbn Heyyebân’ın kıyamet günü ve beklenen kurtarıcıya duyulan hasret, toplumsal endişeleri ve umutları yansıtır.
- Karakter Motivasyonları ve İnsan Doğası:
Metin, karakterlerin eylemlerini şekillendiren çeşitli motivasyonları, korkuları ve arzuları ortaya koyar.
- Bencil Motivasyonlar: Halife Muaviye’nin şarap içmesi, tambur çalması, cariyelerle vakit geçirmesi ve „ülkenin haydutlarıyla“ sohbet etmesi, iktidardaki bazı figürlerin ahlaki düşüşünü ve dünyevi zevklere olan düşkünlüğünü gösterir.
- İnsan Doğasının Karmaşıklığı: Metin, „aciz ilahlar“a karşı kılıç sallayan ancak „kılıcın sihri ve gücüyle“ binlerce insanı kendine bağlayan Muhammed’in pragmatik yanını vurgular.
- Toplumsal Eleştiri: Sipi’nin ticaretteki zorluklar, hırsızlıklar ve hayatın aniden tersine dönmesi hakkındaki gözlemleri, toplumsal koşulların insanları nasıl etkilediğini gösterir.
Bu kaynak, hem erken insanlık tarihine dair mitolojik ve felsefi bir bakış sunmakta hem de İslamiyet’in doğuşu, yayılışı, karşılaştığı zorluklar, liderlik dinamikleri ve teolojik tartışmalar hakkında detaylı bilgiler içermektedir.
Ganimet Savaşları Kitabı İncelemesi
„Ganimet Savaşları Kitabı Özeti“ (Summary of the Book of Spoils of War) adlı eser, Mehmet Ünver tarafından kaleme alınmış olup, yazarın edebi ve düşünsel derinliğini ortaya koymaktadır12.
Yazar ve Eser Hakkında Genel Bilgiler:
- Kitabın yazarı Mehmet Ünver‚dir23.
- Ön sözde, yazarın giderek ustalaştığı ve „Edebiyatta Hermeneutik“ üzerine araştırma yapmak isteyenler için iyi bir örnek teşkil ettiği belirtilmektedir2.
- Yazarın din ağırlıklı bir eğitim alması, işlediği konularda onu donanımlı kılmaktadır3. Yazar, felsefi bir donanımla bu altyapıyı biçimlendirebilirse, çağın önemli çatışmalarının edebiyat yoluyla kavranmasına yardımcı olabilecek bir kapasiteye sahiptir3.
- Kitabın, „dağınık duran, bölük pörçük anlatılan ve kutsallık adı altında bir sis perdesinin ardında tutularak gözlerden saklanan tarihin derlenip toparlanmış gerçek macerasını tek bir kitapta okumak isteyenler için“ yazıldığı ifade edilmektedir4.
- Yazar, eseri kaleme alırken Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait eserler başta olmak üzere birçok araştırma ve tez kitabından, online sayfalardan, Siyer, Tefsir, Meal, Nüzul Sebepleri, Hadis ve Menakıbname gibi konularda emek harcayan eser sahiplerinden faydalandığını belirtmiştir5.
Felsefi ve Eleştirel Yaklaşım:
- Eserde, felsefenin önemli isimlerinden Spinoza’nın kutsal kitap (Tevrat) üzerine yorumlarına atıfta bulunulmaktadır6. Spinoza’ya göre, metnin önemi kutsallık iddiasından değil, ahlakiniteliğinden kaynaklanmaktadır6. Toplumun ihtiyaç duyduğu bir düzenlemeye ilişkin olduğu için önemsenmekte ve benimsenmektedir6.
- Spinoza, kitabın söylediklerinden çok, söylemek istediklerine, derinlerde yatan anlama yönelmemizi istemektedir; zira „tek sözcükten ibaret“ bir yazı, sorgulanarak yorumlandığında, bir öyküden çok daha fazlasına ulaştırır insanı6. Bu bağlamda, okurun önemi, belki de yazarından daha fazladır; çünkü „söz uçar, yazı kalır“ ve öz esas olandır; yazar direktif veren değil, uyaran (kışkırtan) konumdadır6. Yazar, bal peteğinden her canlının kendi balını aldığı gibi, herkes için aynı tadı vermeyen bir eser sunar6.
- Yazar, her tür yazının ve yazarın bir toplumun hem bilgeliğin ilacı hem de zehri olabileceğini belirtir ve derinlerde yatan hazineye ulaşmak için çaba gerektiğini vurgular7.
- Yazar, din adı altında „tabulaştırılmış hurafeler“ olduğunu ve bunların bilimsel ve tarihsel bir gerçeğe dayanmadığı için ciddiye alınmadığını veya cevap verme gereği duyulmadığını ifade eder8.
- Bütün dinlerin başlangıçta toplumsal düzeni eleştiren basit söylemlerle ortaya çıkıp, örgütlendikçe güce, iktidara ve devlete dönüşme çabası gösterdiğini, bu sürecin dinlerde değişiklikleri ve ilaveleri kaçınılmaz kıldığını, İslam’ın da bu gerçeğin dışında tutulamayacağını savunur8.
- „Yazar, yazardır“ anlayışının aşılması gerektiğini, yazarın bir tarihi, bedeni, psikolojisi ve kültürü olduğunu ve her yazarın, kendileri reddetseler bile, bir ideolojik zeminde hareket ettiğini belirtir9. Edebiyatın yazarının ideolojik anlayışının dışında olamayacağını ve ideolojik bir zemini olmayan bir yazarın bulunmadığını ifade eder9.
Kitabın Bölümleri ve İçeriği (Özet Kapsamında): Kitap, aşağıdaki bölümleri içermektedir1:
- Kur’an, İncil ve Tevrat’a Göre Yaratılış Öyküsü:
◦ Yaratılışın „hiçbir şey yoktu“ anından başladığını ve ani bir patlamadan rengârenk ışın demetlerinin fışkırdığını anlatır4.
◦ Işığın içinde Tanrı’nın belirdiğini ve „Işık olsun!“ emriyle ışığın oluştuğunu, gündüz ve gecenin yaratıldığını aktarır10.
◦ Tanrı’nın göğe ve yere „İsteyerek veya istemeyerek gelin!“ buyurduğunu ve ikisinin de „İsteyerek geldik!“ dediğini, ardından yeri ve göğü ayırdığını belirtir10.
◦ İki gün içinde yedi göğün tamamlandığını ve her göğe emrin vahyedildiğini açıklar10.
◦ „Kuru toprak görünsün“ emriyle yeryüzünün ve denizlerin oluştuğunu, bitkilerin, otların ve meyve ağaçlarının bir günde türediğini anlatır11.
◦ Güneş ve Ay’ın gündüzü geceden ayırmak, mevsimleri ve yılları göstermek üzere yaratıldığını, yıldızların gök kubbedeki yerlerine yerleştirildiğini vurgular11.
◦ Beşinci günde suların canlı yaratıklarla dolup taştığını, kuşların uçuştuğunu ve Tanrı’nın onları „Verimli olun, çoğalın!“ diyerek kutsadığını belirtir12.
◦ Altıncı günde Tanrı’nın yeryüzünde canlı yaratıklar, evcil ve yabani hayvanlar ile sürüngenleri türettiğini anlatır13.
◦ Tanrı’nın kendi kudretini kavrayacak ve özgür iradesiyle O’nu takdir edecek, Kendisine denk bir varlık arzuladığını ve bu nedenle topraktan insan yaratmaya karar verdiğini ifade eder13.
◦ Meleklerin, insanın yeryüzünde kargaşa çıkarıp kan dökeceği yönündeki endişelerini dile getirmelerine karşın, Tanrı’nın „Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!“ diyerek onları susturduğunu aktarır14.
◦ Tanrı’nın „kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan“ yarattığını ve içine ruhundan üflediğinde meleklerin secde etmesini emrettiğini hatırlatır15.
◦ Tanrı’nın burnuna „Kendi ruhundan yaşam soluğunu üflediği“ insanın göz, kulak ve kalbinin düzen içinde vücuduna yerleştirildiğini anlatır15.
◦ Tanrı’nın yorgunluk hissetmeden altı günde yaratılışı tamamladığını, insanın gözlerinin açıldığında korku ve merak hissettiğini ve Tanrı’nın azametli suretinden ürktüğünü belirtir16.
◦ Tanrı’nın Adem’e isimler öğrettiğini (gökyüzü, yeryüzü, su, nehir, Fırat, bitkiler, hayvanlar, koyunlar) ve eti lezzetli koyunları tanımladığını aktarır17.
- Güneş ve Ay:
◦ Adem’in Fırat Nehri kenarında çevreyi keşfettiğini, hayvanlardan bazen çekindiğini, bazen de onlara karşı merak duyduğunu anlatır1819.
◦ Adem’in açlık hissettiğini, hayvanları taklit ederek su içmeyi ve meyve yemeği keşfettiğini belirtir1920.
◦ Güneş batmaya başladığında Adem’in korkuya kapıldığını, güneşe „Gitme! Dur!“ diye seslendiğini ve onun geri dönmesi için yalvardığını aktarır2122.
◦ Adem’in karanlıkta zorlandığını, birçok sesi endişeyle keşfettiğini ve hayvanlardan korkarak bir ağaca tırmanıp uyumaya çalıştığını anlatır2324.
◦ Adem’in zamanla güneşin gidişine ve dönüşüne alıştığını, gücünün yetmediğini anladığı için şikâyet etmekten vazgeçtiğini belirtir25. Ay’ın da gece ortaya çıktığını ve güneşle birlikte kendisini sırayla gözetlediklerini öğrenir25.
- Yeryüzünden kaçış:
◦ Adem’in Tanrı’ya kendisini yalnız bırakmaması için yalvardığını, ancak Tanrı’nın „Kendine güvenmeyi öğrenmelisin!“ diyerek onu eğitmeye karar verdiğini anlatır2627.
◦ Tanrı’nın Adem’i cennete götürmeye karar verdiğini, orada aç, susuz ve çıplak kalmayacağını söylediğini aktarır27.
- İblislerin saltanatı:
◦ Cennet duvarlarının ardındaki karanlık bölgede İblislerin eğlence ve saltanat içinde yaşadığını, hırsızlık yapan cinlerin bile onların gürültüsü içinde kaybolduğunu betimler28.
◦ Baş İblis’in bunalımda olduğunu ve Tanrı tarafından cennete çağrıldığını belirtir29.
- Cennette isyan:
◦ Baş İblis’in cennete geldiğinde Tanrı’nın huzurunda aşırı kıllı ve çirkin bir yaratık (Adem) etrafında toplanmış melekleri görünce şaşırdığını anlatır30.
◦ Tanrı’nın meleklere, Adem’e isimleri öğretmesini ve ona secde etmelerini emrettiğini, ancak Baş İblis’in „Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan“ diyerek secde etmeyi reddettiğini aktarır3132.
◦ Tanrı’nın İblis’i cennetten kovduğunu ve Kıyamet gününe kadar lanetin onun üzerinde olacağını ilan ettiğini belirtir32.
◦ İblis’in bu meydan okumaya karşılık, insanları doğru yoldan saptıracağına dair yemin ettiğini, Tanrı’nın da cehennemi ona uyanlarla dolduracağını söylediğini aktarır3334.
◦ Melek Mikail liderliğindeki meleklerin İblis’in ordusuyla savaştığını, Adem’in kargaşadan korkup saklandığını ve Azrail’in yardımıyla meleklerin zafer kazandığını anlatır3536.
◦ Adem’in küçük bir iblisi sakladığını ve Tanrı’ya sunduğunu belirtir37.
- Cennetin havuzları:
◦ Cennetin safir, akik, yakut gibi değerli taşlardan yapılmış surlarla çevrili olduğunu, yollarının saf altından döşendiğini ve on iki kapısının inciden yapıldığını betimler38.
◦ Adem’in canı istediğinde meyvelerin ağzına ulaştığını, kuşların ete dönüşüp ağzına girdiğini ve doyma hissinin olmadığı cennette emek harcamadan keyif sürdüğünü anlatır39.
◦ Cennette ne aşırı sıcak ne de soğuk olmadığını, Adem’in şarap ve bal ırmaklarını seyretmekten doyamadığını belirtir40. Adem, Tanrı’nın cenneti sırf onu mutlu etmek için yarattığına inanır40.
◦ Adem’in Hurilerle ilk cinsel temasını Kevser şarabı havuzunda yaşadığını, bitmeyen bir erkeklik kudretine sahip olduğunu ve bu zevki cennetteki diğer her şeyden daha fazla arzuladığını aktarır41.
◦ Adem’in gökyüzünde uçan kuşlara heveslendiğinde meleklerin onu göğe çıkardığını, yemek istediğinde ise Hurilerin kızarmış kuş etlerini sunduğunu anlatır42.
◦ Adem’in duygularının hızla geliştiğini, kendisini Tanrı’dan daha şanslı görmeye başladığını, çünkü Tanrı’nın düzeni sürdürmek için görevleri varken, Adem’in sadece şehvet ve eğlence dolu sonsuz hayatın tadını çıkardığını belirtir43. Adem, cennetin sahibi olma hayalleri kurar ve Tanrı’nın gücünün sırrını çözmesi gerektiğini düşünür44.
◦ Adem’in içinde gerçek ve samimi bir tazim görme arzusu taşıdığını, ancak Hurilerin kendisine içten bir his besleyip beslemediklerinden emin olamadığını aktarır45.
◦ Tanrı’nın Adem’e eş olmak üzere Havva‚yı yarattığını ve onlara cennette diledikleri yerden yeme izni verdiklerini, ancak bir ağaca yaklaşmamaları konusunda uyardığını belirtir46.
◦ Tanrı’nın İblis’in Adem ve Havva için düşman olduğunu ve onları cennetten çıkarmaması gerektiğini söylediğini aktarır47.
◦ Havva’nın Adem’in kıllı ve çirkin görüntüsünden etkilenmediğini, Adem’in Havva’nın ilgisini çekmeye çalıştığını anlatır4748.
◦ Adem’in Havva’yı secde etmeye ikna etmeye çalıştığını, aksi takdirde İblisler gibi kovulacağını söylediğini, ancak Havva’nın bu olaydan habersiz olduğunu belirtir49.
◦ Adem’in Havva’yı yakalamaya çalıştığını, bir kovalamaca yaşandığını ve Havva’nın sonunda yakalandığını aktarır49.
◦ Bir yılanın ortaya çıkarak Adem ve Havva’yı cennetten kovulacakları konusunda uyardığını, bu durumun Adem’i korkuttuğunu anlatır5051.
◦ Yılanın, ağaca yaklaşmama yasağının sebebinin, Tanrı’nın onların tanrısal güçlere veya sonsuz hayata sahip olmalarından endişe etmesi olduğunu söyleyerek Havva’yı kandırdığını belirtir52. Yılan, Havva’ya meyveyi yediğinde kıllarının dökülüp Hurilerden bile güzel görüneceğini fısıldar52.
◦ Havva’nın meyveyi kopardığını ve Adem’i de yemeye ikna ettiğini, Adem’in meyveyi yedikten sonra fiziki ve düşünsel olarak değiştiğini anlatır4452. Adem, Tanrı’yı farklı görmeye ve cennetin sahibi olmak istemeye başlar44.
◦ Tanrı’nın öfkeli sesini duyunca Adem ve Havva’nın ağacın arkasına saklandığını, yapraklarla üzerlerini örtmeye çalıştıklarını belirtir53.
◦ Tanrı’nın onları azarladığını, Adem’in Havva’yı, Havva’nın da yılanı suçladığını aktarır53.
◦ Tanrı’nın yılanı huzuruna çağırdığını ve yılanın cezalandırıldığını ima eder (detay verilmez)53.
◦ Adem’in affedilmek umuduyla koyun veya iblis getirmeyi teklif ettiğini, ancak Tanrı’nın onları Şeytan’a karşı uyardığını ve birbirlerinin düşmanı olarak yeryüzüne inmelerini emrettiğini belirtir54. Yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma olacağını, orada yaşayıp öleceklerini ve oradan çıkarılacaklarını söyler54.
◦ Adem ve Havva’nın „Ey Tanrımız! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!“ diye yalvardığını, ancak Tanrı’nın „Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker“ dediğini aktarır55.
Ganimetler ve Savaşlar Teması: Kitabın adında yer alan „Ganimet Savaşları“ kavramı, eser içerisinde hem metaforik olarak (Adem’in cennetteki „ganimet“ algısı, yani elde ettikleri nimetler3940) hem de tarihsel ve gerçekçi bir şekilde (İslam Devleti’nin savaşlar yoluyla elde ettiği maddi kazanımlar) işlenmektedir. Örneğin:
- Bedir Savaşı sonrasında Müslümanların çok sayıda ganimet (deve, at, kadife, harp aletleri, giyim eşyası) ele geçirdiği belirtilir56.
- Muhammed’in çobanı Zer’in öldürülmesi ve develerinin çalınması üzerine Fezarelilerden geri alınan develer ve ganimetler anlatılır5758.
- Muhammed’in yağmacı kumandanı Zeyd b. Harise’nin „en hayırlısı“ olarak adlandırılması ve Irak ile Şam yollarının kapanmasının Mekke ticaretine vurulan en büyük darbe olması, ganimetlerin önemini vurgular59.
- Ebu Bekir döneminde kazanılan zaferlerle Medine devletinin zenginleştiği ve bu zenginliğin devamı için yeni savaş cephelerine ihtiyaç duyulduğu açıkça ifade edilir60.
- Kadisiye Savaşı’nda Müslümanların çok miktarda ganimet ve değerli Sasani sancağı „Direfşi Kaviyani“ ele geçirdiği, binlerce esirin Medine’ye gönderildiği, hatta Ali’nin Sasanilerin prensesi Şehre Banu’yu oğlu Hüseyin ile evlendirmek için satın aldığı anlatılır6162.
- Yermük zaferi sonrasında Bedevi Arapların bölgede efendi konumuna yükselmesi ve Sasani/Bizans varlığının sona ermesi, siyasi ve ekonomik „ganimetlerin“ bir sonucudur63.
- Fetihlerin duraklamasıyla ganimet gelirlerinin azalmasının garnizon şehirlerinde sıkıntılara yol açtığı, vergilerin arttığı ve asker maaşlarının aksadığı belirtilir, bu da ganimetlerin devlet ekonomisi için ne kadar önemli olduğunu gösterir64.
- Karmatilerin savaşlarda elde ettikleri ganimetler ve kıyameti hızlandırmak adına hac ibadetinin Mekke yerine Bahreyn’e yapılması gerektiğini savunmaları, dini pratiklerin bile siyasi ve ekonomik kazançlarla ilişkili olabileceğini düşündürür6566.
- Mekke’nin Karmatiler tarafından ele geçirilmesi ve Kâbe’den Hacerülesved’in sökülmesi, bu eserin sadece dini değil, aynı zamanda siyasi ve ganimet odaklı bir bakış açısıyla olayları ele aldığını göstermektedir6768.
Genel olarak, „Ganimet Savaşları“ adlı eser, yaratılış öykülerinden başlayarak, Adem ve Havva’nın cennetten kovulmasına, ardından İslam’ın doğuşu, savaşları ve siyasi dönüşümlere kadar geniş bir tarihsel yelpazeyi ele alırken, bu olayları hermeneutik ve eleştirel bir gözle, özellikle iktidar, dinin siyasallaşması ve ganimetlerin rolü temaları etrafında yorumlamaktadır.
Ganimet Savaşları Deutsch 1
Prophetengeschichten und Islamische Frühzeit
Ganimet Savaşları: Kriege der Beute
Dieses Buch mit dem Titel „Ganimet Savaşları“ (Kriege der Beute) ist ein historischer Roman, der im Jahr 2022 von M. Mehmet Ünver verfasst und von Cinius Yayınları veröffentlicht wurde. Der Inhalt des Buches beginnt mit der Erschaffung Adams und befasst sich dann ausführlich mit der frühen islamischen Geschichte, einschließlich der Verbreitung des Islam durch den Propheten Mohammed und der darauf folgenden Kämpfe und Konflikte, wie der Schlacht von Badr und dem Fall Mekkas. Es werden auch interne muslimische Auseinandersetzungen und Beziehungen zu jüdischen und christlichen Gemeinden thematisiert. Zudem beinhaltet es biografische Details zu wichtigen Persönlichkeiten wie Mohammed, Ali, Ömer und Osman sowie Reflexionen über Macht, Gerechtigkeit und religiöse Dogmen.
Beutekriege: Macht, Religion und Eroberung im frühen Islam
Briefing-Dokument: Ganimet Savaşları (Beutekriege) – Hauptthemen und Schlüsselideen
Dieses Briefing-Dokument basiert auf Auszügen des Buches „Ganimet Savaşları. Bütün İktidarlar Zalimdir“ (Beutekriege. Alle Herrschaften sind Tyrannen) von M. Mehmet Ünver. Die Analyse konzentriert sich auf die zentralen Thesen des Autors und die historischen Ereignisse, die er zur Untermauerung seiner Argumente heranzieht.
- Grundthese des Autors: Alle Herrschaften sind tyrannisch
Der Titel des Buches, „Bütün İktidarlar Zalimdir“, fasst die zentrale Botschaft zusammen: Alle Herrschaften sind grausam oder tyrannisch. Der Autor M. Mehmet Ünver, geboren 1968 in Batman, Türkei, und aufgewachsen in Armut, scheint eine kritische Perspektive auf Macht und ihre Ausübung zu entwickeln, die sich durch seine Werke zieht. Ein befreundeter Philosoph, İsmail Metin Ayçiçek, beschreibt Ünver als jemanden, der „Mythen mit der Gegenwart verbinden“ kann und dessen Schreiben ein Akt der Identitätsfindung ist.
Ünver sieht die aktuelle Misere und den Niedergang der Völker des Nahen Ostens als das Ergebnis „mental-politischer Ursachen, die sich aus historischen Ereignissen und sozialen Traumata speisen.“ (Yazarın Ön Sözü, S. 18).
- Kritik an der Politisierung und Dogmatisierung der Religion
Ein wiederkehrendes Thema ist die Kritik an der Verwandlung von Religionen von „einfachen Aussagen und Einwänden, die anfangs die soziale Ordnung kritisierten, zu einem Streben nach Macht, Herrschaft und Staatlichkeit, sobald sie sich organisierten.“ (Yazarın Ön Sözü, S. 18). Dies führt laut Ünver unweigerlich zu Veränderungen und Ergänzungen in der Religion.
- Ablehnung von Wundern und Mythen: Ünver hinterfragt die Wundergeschichten um den Propheten Mohammed scharf. Er stellt fest, dass „bei genauer Untersuchung und Befragung dieser Behauptungen sofort klar wird, dass Mohammed während seines Lebens kein einziges Wunder vollbracht hat.“ (Yazarın Ön Sözü, S. 18). Er erwähnt explizit die Spinnengeschichte in der Höhle während der Hidschra, die nicht im Koran erwähnt wird, und kritisiert sie als eine „Erfindung“, die später hinzugefügt wurde.
- Der Koran als kein Wunder: Ünver geht so weit zu behaupten, dass selbst der Koran kein Wunder ist, da er „viele Widersprüche und Inkonsistenzen enthält und nachträglich interveniert wurde.“ (Yazarın Ön Sözü, S. 18). Er kritisiert auch, dass Mohammeds Analphabetismus als Wunder dargestellt wird, obwohl er als Mangel angesehen werden sollte.
- Instrumentalisierung der Religion: Der Autor legt nahe, dass Religionen, insbesondere der Islam, zu einem Mittel für politische Ziele werden. Der „Glaube“ wird zu einem „Geschäft“ (70. Bölüm, S. 371), bei dem Belohnungen (Paradies) für Loyalität und Teilnahme an Kriegen versprochen werden.
- Die historische Erzählung: Mohammeds Aufstieg zur Macht durch Konflikte und Eroberungen
Das Buch stellt den Aufstieg Mohammeds und des frühen Islam als eine Kette von Auseinandersetzungen, Militäroperationen und strategischen Entscheidungen dar, die oft von materiellen Gewinnen (Beute) motiviert sind.
- Anfänge in Mekka: Mohammeds frühe Jahre sind von Marginalisierung und Widerstand in Mekka geprägt. Er scheitert zunächst daran, die Menschen von seiner Prophetenschaft zu überzeugen und hält seine Botschaft drei Jahre lang geheim. Die Mekkaner, insbesondere Amr b. Hischam und Nadr b. Haris, lehnen Mohammeds Botschaft ab, da sie ihre Götter und ihre etablierte Ordnung in Frage stellt. Nadr b. Haris kritisiert Mohammeds Anspruch auf Prophetie und seine Absicht, die Kontrolle über Mekka zu übernehmen: „Der Zweck dessen ist, über uns zu herrschen. Das ist offensichtlich!“ (15. Bölüm, S. 183).
- Hidschra nach Medina und die Medinische Verfassung: Die Auswanderung nach Medina wird als Wendepunkt dargestellt. Die Medinische Verfassung (Medine Vesikası) wird als Dokument beschrieben, das die „Spannungen zwischen den arabischen Medinern und den Juden schnell beilegte.“ (27. Bölüm, S. 273). Dies legt nahe, dass sie zunächst ein Mittel zur Herstellung von Stabilität war. Die Verfassung wird auch als Versuch dargestellt, Ungleichheiten zwischen jüdischen Stämmen zu beseitigen.
- Konflikte mit Juden und Polytheisten: Die Beziehungen zu den jüdischen Stämmen werden als von „Misstrauen“ geprägt beschrieben, da „Religion für beide Gesellschaften ein Mittel zu nicht offenbarten Zielen war.“ (28. Bölüm, S. 280). Die Debatten zwischen Muslimen und Juden werden als Machtkämpfe dargestellt, in denen „jeder, der die Debatte gewann, die Herrschaft über die Erde erlangen würde.“ (28. Bölüm, S. 280).
- Banu Qainuqa und Banu Nadir: Die Belagerung und Vertreibung der Banu Qainuqa und Banu Nadir werden als Beispiele für Mohammeds Durchsetzung seiner Autorität dargestellt. Die Behauptung eines Mordplans gegen Mohammed seitens der Nadir-Stämme wird von Ünver als Vorwand für ihre Vertreibung und die Beschlagnahmung ihres Eigentums dargestellt: „Der Prophet der Barmherzigkeit sollte doch keine Hunderte von Menschen der Banu Quraiza massakrieren.“ (76. Bölüm, S. 412).
- Beutekriege (Gazavat): Der Autor betont die Bedeutung der „Beutekriege“ (Ganimet Savaşları) und „Gazavat“ für den Aufbau und die Aufrechterhaltung des Staates in Medina. Diese Überfälle waren notwendig, um „mehr Kämpfer und Reichtum zu erhalten.“ (70. Bölüm, S. 372). Mohammeds Handlungen, wie die Annahme von Beute und die Verteilung von Reichtum an Konvertiten, werden als „Kooperation mit habgierigen Menschen“ dargestellt (76. Bölüm, S. 411). Er kritisiert, dass der Islam unter dem Deckmantel des Dschihad „heidnische Traditionen“ fortsetzte und dass Mohammed unbemerkt zu dem „Feind“ wurde, den er ursprünglich bekämpfen wollte (76. Bölüm, S. 411-412).
- Uhud-Schlacht und ihre Nachwirkungen: Die Niederlage in Uhud wird als Ergebnis der Gier nach Beute seitens der muslimischen Bogenschützen dargestellt, die ihre Position verließen, um sich an der Plünderung zu beteiligen (34. Bölüm, S. 351). Die anschließenden Plünderungen, wie der Überfall auf den Handelskonvoi der Quraysh und die Einnahme von Karada, zeigen die Abhängigkeit des frühen muslimischen Staates von materiellen Gewinnen.
- Die Ermordung von Rivalen: Die gezielte Tötung von Mohammeds Gegnern, wie Ka’b b. Aschraf, wird als taktische Eliminierung von Bedrohungen dargestellt (33. Bölüm, S. 341-342).
- Belagerung von Dschaffa: Die Eroberung von Dschaffa, einer Handelsstadt, wird als Demonstration von Mohammeds Entschlossenheit beschrieben, seine Ziele zu erreichen, auch wenn dies bedeutete, Gebete zu verkürzen oder zu verschieben (44. Bölüm, S. 450).
- Eroberung von Mekka: Die Rückeroberung Mekkas wird als langersehnter Triumph Mohammeds dargestellt, der die Stadt als sein „Schicksal“ betrachtet (72. Bölüm, S. 384). Die Zerstörung der Idole in der Kaaba wird als Symbol für die Etablierung des Monotheismus dargestellt, aber auch als Fortsetzung einer alten Tradition unter neuem Namen: „Hubal war gegangen, und Allah war gekommen, aber es war von außen kaum zu bemerken.“ (76. Bölüm, S. 412).
- Hudaybiya-Vertrag: Dieser Vertrag, der zunächst als Rückschlag empfunden wird, erweist sich als strategisch vorteilhaft für Mohammed, da er es ihm ermöglicht, seine Machtbasis in Medina zu konsolidieren und Allianzen mit anderen Stämmen zu schließen (57. Bölüm, S. 304ff, 71. Bölüm, S. 381ff).
- Muta-Schlacht und Tabuk-Feldzug: Diese Feldzüge gegen das Byzantinische Reich werden als Zeichen für Mohammeds wachsende Ambitionen dargestellt, die über die Arabische Halbinsel hinausgehen. Die Erfahrungen aus diesen Schlachten prägen die militärische Strategie der Muslime. Der Tabuk-Feldzug wird auch als Gelegenheit genutzt, um von den Nicht-Muslimen Tribut zu fordern: „Sollen sie mir nicht glauben! Ich brauche ihren Glauben nicht! Es genügt, wenn sie den Tribut zahlen!“ (81. Bölüm, S. 446).
- Die Ära der Kalifen: Fortsetzung von Machtkämpfen und Expansion
Die Zeit nach Mohammeds Tod ist geprägt von internen Machtkämpfen und fortgesetzter Expansion.
- Der Tod Mohammeds und die Sukzession: Die Ereignisse um Mohammeds Tod und die Nachfolgefrage sind von Intrigen und Meinungsverschiedenheiten geprägt (92. Bölüm, S. 476ff). Der Vorfall des „Qirtas“ (Papier), bei dem Mohammed eine letzte Anweisung geben wollte, aber von Umar daran gehindert wurde, wird als Beispiel für die Machtkämpfe im Hintergrund der Führung dargestellt.
- Abu Bakrs Kalifat und die Ridda-Kriege: Die Ridda-Kriege (97. Bölüm, S. 493ff) gegen abtrünnige Stämme werden als entscheidend für die Konsolidierung des frühen islamischen Staates dargestellt. Der Autor beschreibt, wie Khalid ibn al-Walid im Auftrag Abu Bakrs Menschen tötet, die sich weigern, die Zakat an Medina zu zahlen, und dabei betont wird, dass die Frauen und Töchter der Ungläubigen als Kriegsbeute erlaubt sind.
- Die Sammlung des Korans unter Abu Bakr: Die erste Sammlung des Korans wird als notwendige Maßnahme dargestellt, um die zerstückelten und mündlich überlieferten Verse in Buchform zu bringen (106. Bölüm, S. 546).
- Umar und die Expansion: Umars Kalifat ist von massiver Expansion geprägt. Er wird als visionärer Führer dargestellt, der die arabische Einheit vorantreibt und Beute als Mittel zur Finanzierung seiner Ambitionen nutzt. Seine Politik der militärischen Expansion führt zu riesigen Mengen an Beute, was Medina zu einem Zentrum des Reichtums macht, aber auch die Abhängigkeit von weiteren Eroberungen schafft (109. Bölüm, S. 556).
- Interne Konflikte und Umars Tod: Umars Tod durch einen persischen Sklaven wird als Ergebnis interner Spannungen und der Auswirkungen der Eroberungen dargestellt (114. Bölüm, S. 562).
- Uthmans Kalifat und die Koransammlung: Uthmans Kalifat ist von Vorwürfen der Vetternwirtschaft und der ungleichen Verteilung des Reichtums geprägt (137. Bölüm, S. 599). Die erneute Sammlung des Korans unter Uthman wird als Versuch dargestellt, die Einheit des Islam zu wahren, aber auch als ein Prozess, der von Konflikten über die Authentizität und Interpretation der Verse begleitet war. Der Autor erwähnt, dass bei Uneinigkeiten stets der Quraish-Dialekt bevorzugt wurde.
- Alis Kalifat und die Bürgerkriege (Jamal und Siffin): Alis Kalifat ist von Bürgerkriegen (Cemel und Siffin) geprägt, die die interne Zerrissenheit des frühen islamischen Staates offenbaren. Diese Kriege werden als Höhepunkt der Machtkämpfe dargestellt, die die Religion instrumentalisierten. Insbesondere die Schlacht von Siffin und der Schiedsrichtervorfall führen zur Spaltung der Muslime in verschiedene Fraktionen (141. Bölüm, S. 611ff).
- Diyarbakır/Amed und die Eroberung durch Muslime
Ein signifikanter Teil des Buches widmet sich der Belagerung und Eroberung von Diyarbakır (Amed) durch die muslimische Armee.
- Multikulturelle und gespaltene Stadt: Amed wird als Stadt beschrieben, in der verschiedene religiöse Gruppen – Christen (Syrisch-Orthodoxe, Armenier, Rum-Orthodoxe, Nestorianer), Juden und Zoroastrier (Şemsiler) – zusammenlebten (115. Bölüm, S. 563). Diese Stadt war jedoch auch von internen Spaltungen und Rivalitäten zwischen den Kirchen geprägt (118. Bölüm, S. 574).
- Militärische Strategie und Beute: Die Eroberung Ameds wird als ein weiteres Beispiel für die militärische Expansion der Muslime dargestellt, die auf Beute und der Ausdehnung des islamischen Staates basiert. Die muslimische Armee, bestehend aus 8.000 Soldaten (darunter 1.000 erfahrene Kämpfer aus Mohammeds Zeit), belagert die Stadt.
- Verrat und Kapitulation: Die Belagerung ist von internem Verrat geprägt, wie dem Übertritt von Vali Islagurs zum Islam und seiner Zusammenarbeit mit den Muslimen (124. Bölüm, S. 627ff). Die Kapitulation der Stadt erfolgt unter Bedingungen, die die religiöse und kulturelle Autonomie der Nicht-Muslime einschränken (127. Bölüm, S. 633). Dazu gehört die Zahlung von Dschizya (Kopfsteuer), das Verbot des Neubaus von Kirchen, des Läutens von Glocken und des öffentlichen Tragens von Kreuzen.
- Religiöse und philosophische Überlegungen des Autors
Ünver verwebt in seiner historischen Erzählung immer wieder eigene philosophische und religiöse Reflexionen.
- Kritik an Dogmatismus: Er kritisiert die blinde Gefolgschaft und den Dogmatismus, die er in vielen religiösen Gesellschaften sieht. Dies wird durch die Figur des Alfred Loisy, eines französischen katholischen Theologen, veranschaulicht, der „Dogmen, die jahrhundertelang als ‚Wahrheit‘ gelehrt wurden, aus wissenschaftlicher Sicht hinterfragte.“ (S. 14).
- Identität und Schreiben: Schreiben ist für Ünver ein Akt der Identitätsfindung. Er zitiert sich selbst: „Kurz gesagt, Schreiben ist der Akt, die eigene Identität zu offenbaren. Ich kann sagen, dass Autorenschaft nur das Haben einer Identität ist.“ (S. 14).
- Spinoza und die Bibelkritik: Die Erwähnung Spinozas und seiner Untersuchung des Alten Testaments deutet auf eine kritische Haltung gegenüber religiösen Texten und ihren Interpretationen hin, die über traditionelle Dogmen hinausgeht (S. 14).
- „Modern Blindheit“: Der Autor beklagt eine „moderne Blindheit“ (S. 17), bei der Menschen schauen, aber nicht sehen, und Details übersehen. Dies ist eine Metapher für die Unfähigkeit oder den Unwillen, die tieferen Bedeutungen und Konsequenzen historischer oder religiöser Ereignisse zu erkennen.
- Das Leid der Unterdrückten: Ünver, selbst kurdischer Abstammung, hebt die Perspektive der „unterdrückten kolonialisierten Bevölkerung“ hervor (S. 15), die die Ausbeutungsbeziehung in ihrem täglichen Leben hautnah erlebt. Die Sklaven in Mekka werden als diejenigen beschrieben, die die harten Lebensbedingungen und die „Tyrannei“ ihrer Herren nicht verstehen wollten (9. Bölüm, S. 129).
- Fazit
„Ganimet Savaşları“ präsentiert eine revisionistische Sicht auf die frühislamische Geschichte, die die Rolle von Macht, Beute und politischem Kalkül bei der Entstehung und Expansion des Islam hervorhebt. Ünver hinterfragt kritisch Wunder und dogmatische Interpretationen und stellt stattdessen eine Geschichte dar, in der pragmatische Entscheidungen und gewaltsame Eroberungen eine zentrale Rolle spielen. Sein Werk ist eine Anklage gegen die Tyrannei der Macht, unabhängig davon, ob sie im Namen von Religion oder Tradition ausgeübt wird, und eine Reflexion über die menschliche Natur und ihre Anfälligkeit für Gier und Dominanz.
Ganimet Savaşları Deutsch 2
Eroberungskriege: Ein Islamisches Epos
Ganimet Savaşları: Die Frühzeit des Islams
Diese Textauszüge stammen aus einem Buch mit dem Titel „Ganimet Savaşları – Kriege der Beute.pdf“ von M. Mehmet Ünver, veröffentlicht von Cinius Yayınları im Jahr 2022. Das Buch ist als historischer Roman klassifiziert und befasst sich mit den politischen und religiösen Entwicklungen im Nahen Osten, insbesondere der Entstehung des Islams und den frühen Jahren der muslimischen Gemeinschaft. Es beschreibt detailliert Ereignisse wie den Hudeybiye-Vertrag, die Auswanderung nach Medina (Hidschra), Schlachten und Kontroversen um Mohammed, die Sammlung des Korans unter Osman, sowie die Nachfolgestreitigkeiten nach Mohammeds Tod, die zur Spaltung zwischen Ali und Muawiya führten. Darüber hinaus enthält der Text Reflexionen über historische Figuren, religiöse Dogmen und die Natur der Macht.
Kriege der Beute: Macht und Religion im Nahen Osten
Detailliertes Briefing-Dokument: Analyse der Quellen zu „Ganimet Savaşları – Kriege der Beute“
Titel der Hauptquelle: Ganimet Savaşları – Bütün İktidarlar Zalimdir (Kriege der Beute – Alle Mächte sind grausam) Autor: M. Mehmet Ünver Verlag: Cinius Yayınları Erscheinungsjahr: 2022 (Dritte Auflage)
- Überblick über den Autor und seine Motivation
- Mehmet Ünver, geboren 1968 in Batman, wuchs in Armut auf und zog mit fünf Jahren nach Ankara. Er besuchte Grundschule, Mittelschule und eine Imam-Hatip-Schule, konnte aber aufgrund einer Krankheit kein Studium absolvieren. Später arbeitete er als Imam. Er wird als jemand beschrieben, der tief in die Materie eintaucht und Mythologie mit der Gegenwart verbindet. Ünver ist kurdischer Herkunft, was seine Perspektive auf Unterdrückung beeinflusst haben könnte.
Seine Motivation für das Werk „Ganimet Savaşları“ (Kriege der Beute) ist die Analyse der mentalen Ursachen für die Sackgasse und den Untergang der Völker des Nahen Ostens heute. Er sieht diese mentalen Ursachen in einem politischen Hintergrund historischer Ereignisse, die zu gesellschaftlichen Traumata geführt haben. Er plant, diese historische Entwicklung in drei Büchern darzulegen.
- Hauptthemen und zentrale Ideen
Das Buch „Ganimet Savaşları“ scheint eine kritische Neuinterpretation der islamischen Frühgeschichte und der Rolle der Religion in der Machtbildung zu sein. Es hinterfragt traditionelle Narrative und betont die politischen, wirtschaftlichen und menschlichen Aspekte von Konflikten und Entwicklungen.
2.1. Kritik an der Politisierung und Dogmatisierung der Religion
- Säkularisierung des Ursprungs: Ünver argumentiert, dass alle Religionen, die anfangs mit einfachen Botschaften und Protesten gegen die gesellschaftliche Ordnung begannen, im Laufe ihrer Organisation zu Mächten, Autoritäten, Herrschaftsformen und Staaten wurden.
- „Bu temel-de ele alındığında dinlerin siyasallaşma veya iktidarlaşma sürecinde değişmeleri ve ilaveler ile takviye edilmeleri kaçınılmaz olmaktadır. İslam da bir din olarak bu gerçeğin dışında tutulamaz.“ (Kapitel 18)
- Historische Fiktionen und Manipulationen: Das Werk kritisiert die Einfügung von Propagandageschichten und Aberglauben in religiöse Texte zur Überzeugung der Massen. Er verweist auf das Beispiel der Spinne, die in der Höhle des Propheten Muhammad erwähnt wird, obwohl der Koran diese Details nicht enthält.
- „Kur’an’da mağaradan bahsedilirken örümcekten veya başka hiçbir detaydan bahsedilmez. Üstelik “onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destek-ledi” demekle gözle görülen koruma araçlarının varlığını da bir ihtimal olmaktan çıkartmaktadır. Oysa günümüzde örümcek olayı mağaradan daha meşhur olmuş-tur.“ (Vorwort des Autors)
- Ablehnung von Wundern und irrationalen Ansprüchen: Der Autor hinterfragt die Existenz von Wundern im Leben des Propheten Muhammad und bezeichnet die Behauptung, der Koran sei ein Wunder, als falsch, da er „viele Widersprüche und Inkonsistenzen“ enthält und „nachträglich bearbeitet“ wurde. Die Analphabetismus Muhammads wird nicht als Tugend, sondern als Mangel dargestellt, der im Laufe der Geschichte als Wunder missinterpretiert wurde.
- „Muhammed’in hayatı boyunca tek bir mucize dahi gösteremediği hemen an-laşılmaktadır… İçinde pekçok çelişki ve tutarsızlık bulunan ve sonradan müdahale gören Kur’an da bir mucize olmaktan oldukça uzaktır.“ (Vorwort des Autors)
- Kritik an religiösem Dogma: Die Figur des Alfred Loisy, eines katholischen Theologen, der Dogmen im Lichte wissenschaftlicher und historischer Erkenntnisse in Frage stellte und dafür exkommuniziert wurde, dient als Beispiel für die Kritik an der Starrheit religiöser Institutionen. Dies deutet auf eine ähnliche kritische Haltung gegenüber etablierten islamischen Dogmen hin.
2.2. Die Natur der Macht und der Krieg (Ganimet Savaşları)
- Macht als grausame Konstante: Der Titel „Bütün İktidarlar Zalimdir“ (Alle Mächte sind grausam) fasst die zentrale These zusammen. Unabhängig von der Ideologie oder dem Namen der Machthaber bleibt die Natur der Macht selbst brutal und ungerecht.
- „Hangi iktidar zulmetmemişti ki! İktidara giden yollar daima acımasız ve haksız davranmaktan geçmemiş miydi?“ (Kapitel 51, bezogen auf die Kurayza-Massaker)
- Krieg als Mittel zur Machtkonsolidierung und zum Erwerb von Beute: Die Eroberungen und Kriege werden nicht nur als religiöse Expansion, sondern explizit als „Kriege der Beute“ dargestellt. Die Notwendigkeit von Beute (Ganimet) ist ein treibender Faktor für militärische Expansion und die Aufrechterhaltung der loyalen Gefolgschaft.
- „Bu devletin sağlam temeller üzerinde ikame ettirilmesi için daha fazla savaşçıya ve servete ihtiyaç vardı. İşte yağma ekipleri ve Gazveler tam da bunun için var-lardı. İnsanların fiili kurulan devlete ikna olmaları ve birliklerini devam ettirmeleri ancak bu araçla mümkün olabilirdi.“ (Kapitel 70)
- Der Übergang von Hubel zu Allah: Der Autor zieht Parallelen zwischen den vorislamischen Praktiken und dem frühen Islam. Obwohl Muhammad die Götzen in der Kaaba zerstörte, wurden viele der alten Traditionen und Mentalitäten unter dem Namen „Islam“ fortgesetzt.
- „Mesela Mekke’de Hubel gitmiş ve yerine Allah gelmişti ama bunu dışardan bakınca fark etmek pek mümkün değildi. Âdeta Hubel’in adı Allah olmuş gibiydi. Hubel zamanında ne yapılıyorsa şimdi aynı işler Allah ve Elçisi adına yapılıyordu.“ (Kapitel 76)
- Die Rolle von Beute bei der Bindung von Anhängern: Ganimet zog auch Ungläubige und Ungläubige in die Reihen der Muslime, da es eine fortgesetzte Tradition der vorislamischen Zeit war.
- „Ganimet söz konusu olduğunda davetine dinsiz, inançsız insanlar dahi koşup geliyorlardı. Geliyorlardı çünkü ganimet cahiliye döneminin hâlâ sürdürülen bir geleneğiydi.“ (Kapitel 76)
2.3. Die menschliche Natur und die Illusion von Fortschritt
- Der naive Adam: Die Erzählung von Adam zeigt einen Menschen, der anfänglich ängstlich und unwissend ist, die Natur erkundet, aber auch Freude an der Hilflosigkeit der Schafe findet und von der Dunkelheit geängstigt wird. Er ist zunächst abhängig von Gottes Anweisungen, wird aber ermutigt, sich selbst zu vertrauen.
- „Tanrı ikaz eden bir sesle “Kendine güvenmeyi öğrenmelisin!” dedi.“ (Frühes Kapitel, nach Adams Klagen)
- Die Rolle der Frauen (Eva, Marya, Aischa): Eva wird als diejenige dargestellt, die mutiger als Adam ist und die verbotene Frucht nimmt, nachdem sie von der Schlange über die Schönheit und den Verlust der Haare verführt wurde. Marya wird der Untreue beschuldigt, als sie schwanger wird, was die männliche Angst vor unsicherer Vaterschaft widerspiegelt. Aischas Charakter wird durch Eifersucht und Misstrauen geprägt, insbesondere in der „Ifk-Affäre“ und in Bezug auf Muhammads neue Ehefrauen.
- „Bu meyveyi yersen bütün kılların dökülür. Şu hurilerden bile güzel görünürsün,” diye fısıldadı.“ (Kapitel 7, über die Schlange, die Eva verführt) „Muhammed cariyesi Marya‘nın hamile kaldığını öğrendiğinde mutluluktan âdeta havalara uçmuştu.“ (Kapitel 65) „Aişe kendisine kıskançlık okunan soğuk bir bakış fırlattıktan sonra “Bir Yahudi kadın gibi buldum,“ dedi.“ (Kapitel 64, Aischas Reaktion auf Safiyye)
- Wiederkehrende Zyklen der Geschichte: Die Quelle deutet an, dass sich die Geschichte in Zyklen wiederholt und nur die Namen der Religionen und Machthaber wechseln, während die grundlegenden menschlichen Verhaltensmuster und Machtstrukturen bestehen bleiben.
- „Bu bir tarihi tekrardır, değişen yalnızca din ve din adamlarıdır. Yani Müslümanlar galip gelse de, iktidarlar dışında değişen bir şey olmayacak!“ (Kapitel 123)
- Utopische Visionen und Realität: Die Vorstellung einer „Goldenen Ära“ (Asrı Saadet) unter Muhammad, in der Harmonie und Perfektion herrschen, wird als Illusion entlarvt, die die Menschen daran hindert, sich der realen, oft widersprüchlichen und grausamen Natur ihrer eigenen Geschichte und Religion zu stellen.
- „Çünkü bu iddia ve tasavvurlarda ‘Asrı Saadet’ dedikleri Muhammed’in Medine’de iktidar olduğu dönemde Müslümanların tıpkı cennette olduğu gibi kurtla kuzu birarada, barış ve huzur içinde, mutlu ve kusursuz bir hayatı yaşadık-ları iddia ediliyordu.“ (Kapitel 158)
2.4. Kritische Betrachtung islamischer Persönlichkeiten und Ereignisse
- Muhammad als politischer Führer: Muhammad wird nicht nur als Prophet, sondern auch als pragmatischer Politiker und Militärführer dargestellt. Seine Entscheidungen, wie die Ausrichtung der Gebetsrichtung, die Heiratspolitik (z.B. mit Juwayriyya zur Konsolidierung von Allianzen), die Behandlung von Kriegsgefangenen und die Beuteverteilung, werden oft aus einer machtpolitischen Perspektive analysiert.
- „Muhammed’in Medine’de etkisini daha çok hissettiren Muhammed, Yahudiler ile aynı kıbleye dönerek namaz kılınmasından giderek rahatsız olmaya başlamıştı. Zaman zaman bu konuda söylenenlere kendisi de hak verdiğini itiraf ediyordu.“ (Kapitel 30, Bedir Savaşı) „Peygamberlik hırsına ve iktidar tutkusuna teslim olan Muhammed Peygamberliğini kabul ettirmek için ganimet hırsı olan insanlarla düpedüz işbirliği yapıyordu. Bazen ahiret için cenneti vaat eden bir elçi, bazen de dünya için gani-met dağıtan bir kral gibi davranıyordu.“ (Kapitel 76)
- Das Massaker an den Banu Qurayza: Dieses Ereignis wird als grausamer Akt dargestellt, der die prophetische Rolle Muhammads in Frage stellt. Die Freude Muhammads über das Urteil und die Zerstörung der Banu Qurayza, um die Macht zu konsolidieren, wird hervorgehoben.
- „Ganimetçilerin peşine takılmış ve onların gücüyle dinini yaymaya çalışan bir peygamber nereye kadar gidebilirdi?“ (Kapitel 76) „Buluğ çağına girmiş erkeklerin öldürülmesine, kadınların ve çocukların esir alınması-na, malların ise savaş ganimeti olarak gasp edilmesine hükmettim,“ dedi.“ (Kapitel 51)
- Die Nachfolgekonflikte (Hilafet): Die Konflikte um die Nachfolge Muhammads werden als Machtkämpfe zwischen rivalisierenden Stämmen und Individuen dargestellt, nicht als rein religiöse Fragen. Die Skepsis gegenüber Abu Bakr und der Verrat von Khalid b. Walid an Ali werden detailliert beschrieben.
- „Halifelik konusu Ebu Bekir ile Ömer’in sandığı gibi çabuk sindirilecek veya unu-tulacak bir mesele değildi.“ (Kapitel 99) „İktidar talep edilecek bir şey olmadığı gibi kim-seye teklif de edilmezdi. İktidar ancak kazanılarak elde edilirdi.“ (Kapitel 96)
- Die Härte und Effektivität von Omar: Omar wird als jemand beschrieben, der pragmatische, oft harte Entscheidungen traf, um die Macht des Staates zu konsolidieren. Er nutzte die Religion als Werkzeug zur Schaffung einer „Gott-Staat“-Verbindung und zur Motivierung der Soldaten für Eroberungen und Beute.
- „Ömer, insanların bütün şahsi çıkar ve beklentilerinden arındırıldığı; Tanrı-Peygamber-Din-Devlet şeklinde kutsallaştırılan bu davanın dört değer üzerinde yükseldiği bir düzeni bina etmeyi doğru buluyordu.“ (Kapitel 108)
- Osman und die Korruption: Osmans Regierungszeit ist geprägt von Vetternwirtschaft und Korruption, die zu Unzufriedenheit und letztlich zu seiner Ermordung führten. Die Verteilung von Beute an Verwandte und die ökonomische Krise werden als Ursachen des Aufstands genannt.
- „Osman’la valileri aleyhindeki şikâyet konuları sadece isyanın dışarıdan görünen sebepleriydi. Sorunların altında yatan gerçek neden; bazı siyasal, ekonomik ve sosyal değişikliklerden kaynaklanıyordu.“ (Kapitel 135)
- Die Ambivalenz von Muawiya: Muawiya wird als geschickter Politiker und Verwalter beschrieben, der die römische Verwaltungstradition nutzte und auch Nicht-Muslime in seine Verwaltung aufnahm. Er war erfolgreich, obwohl er dem Islam persönlich weniger Achtung entgegenbrachte als religiöse Führer.
- „İslam dinine hiç saygısı olmayan sadece çıkarları temelinde değerlendiren bu adamın devlet ve siyaset işleri söz konusu olduğunda, ahirette cennetle müjdelenmiş, dünyada da arkasına Allah’ın desteğini almış bulunan Ha-life Osman’dan bile daha başarılı olmasıydı.“ (Kapitel 139)
- Die Rolle des Korans und seine Kompilation: Die Fragmentierung der Koranverse und die Notwendigkeit ihrer Kompilation unter Abu Bakr und Osman werden thematisiert, was die menschliche und historische Natur des Textes hervorhebt.
- „Zeyd’in getirip Ebu Bekir’e teslim ettiği ve ilk defa bir arada gelişigüzel derlen-miş olan bu sayfalara “Mushaf” adı verildi.“ (Kapitel 105)
2.5. Zwischenmenschliche Beziehungen und psychologische Tiefe
- Freundschaft und Verrat: Die Beziehungen zwischen den Charakteren sind komplex. Freundschaften wie die zwischen Sipi, Hammurabi und Azra kontrastieren mit Verrat und Intrigen in politischen und religiösen Kontexten.
- Angst und Resignation: Viele Charaktere sind von Angst und Verzweiflung geplagt, sei es Adam in der Wildnis, die Bewohner von Amed während der Belagerung oder die jüdische Bevölkerung in Haybar. Diese Gefühle prägen ihre Entscheidungen.
- Die Suche nach Sinn und die Grenzen der Moral: Die Charaktere ringen mit existenziellen Fragen, der Sinnhaftigkeit ihres Glaubens und der Rechtfertigung von Gewalt. Die Frage, ob der Zweck die Mittel heiligt, zieht sich durch die Erzählung.
- „Belki de civarda olduğu gibi savaş yalnızca iktidar olanları hedef alacak ve ipler işbirlikçilerin eline verilecekti.“ (Kapitel 119)
- Historischer Kontext und geografische Schauplätze
Das Werk deckt eine breite historische Periode ab, die von der Schöpfungsgeschichte (Adam und Eva) über die vorislamische Ära in Mekka und Medina bis hin zu den frühen islamischen Eroberungen und den Nachfolgekonflikten (Fitna) reicht.
- Vorislamische Arabien: Darstellung der wirtschaftlichen Bedeutung Mekkas (Kaaba, Handel, Sklavenhandel) und der polytheistischen Religion mit ihren Göttern Lat, Uzza und Manat. Auch die Rolle von Prophezeiungen und dem Warten auf einen Retter wird beleuchtet.
- Medina als Machtzentrum: Die Entwicklung Medinas von einer Stadt voller interner Konflikte (z.B. zwischen Aus und Khazraj, und den Juden) zu einem vereinten islamischen Staat unter Muhammad wird detailliert beschrieben. Die Medina-Urkunde wird als Versuch dargestellt, Konflikte zu lösen, obwohl Misstrauen und Machtspiele weiterbestehen.
- Expansion des Islam: Die Eroberungen von Haybar, die Belagerung von Amed/Diyarbakır, und die Feldzüge gegen das Byzantinische und Sassanidische Reich zeigen die militärische Expansion.
- Nachfolgekonflikte: Die Schlachten von Jamal, Siffin und Karbala werden als blutige Machtkämpfe um die Kontrolle des islamischen Staates dargestellt, die tiefe Spaltungen in der muslimischen Gemeinschaft hinterließen.
- Besondere Akzente und Erzähltechniken
- Detaillierte Beschreibung von Emotionen und inneren Konflikten: Der Autor legt großen Wert auf die Darstellung der psychologischen Zustände der Charaktere, ihre Ängste, Zweifel, Eifersucht und Hoffnungen.
- Alltag und gesellschaftliche Strukturen: Neben den großen politischen und militärischen Ereignissen werden auch Einblicke in den Alltag, die Rolle der Sklaverei, soziale Normen und die wirtschaftlichen Gegebenheiten der Zeit gegeben.
- Dialoge zur Darstellung von Konflikten: Viele der ideologischen und politischen Auseinandersetzungen werden durch Dialoge zwischen den Charakteren verdeutlicht (z.B. Muhammad und Nadr b. Haris, Ali und Muawiya).
- Symbolik: Die Erzählung von Adam und Eva ist reich an Symbolik, die die menschliche Natur und ihre Beziehung zu Wissen, Macht und Verlust widerspiegelt. Die Geschichte des Pferdes „Işık“ und der drei Freunde in Amed scheint ebenfalls eine symbolische Ebene zu haben, die die Suche nach Freiheit und die Unvermeidlichkeit des Schicksals beleuchtet.
- Intertextualität: Der Autor bezieht sich explizit auf den Koran und andere religiöse Texte, um traditionelle Interpretationen zu hinterfragen oder neu zu kontextualisieren.
- Schlussfolgerung
„Ganimet Savaşları“ ist ein ambitioniertes Werk, das eine revisionsistische Perspektive auf die islamische Frühgeschichte bietet. Es stellt die Gräuel der Macht, die menschliche Natur und die Politisierung der Religion in den Mittelpunkt. Indem es die traditionellen Narrative dekonstruiert und die Akteure in ihren menschlichen Schwächen und strategischen Berechnungen darstellt, fordert es den Leser auf, die Geschichte kritisch zu hinterfragen und die tief verwurzelten Ursachen der Konflikte im Nahen Osten zu verstehen. Das Buch positioniert sich als eine radikale, kritische Auseinandersetzung mit der islamischen Geschichte, die traditionelle Heldenbilder demontiert und die dunklen Seiten der Macht schon im Entstehungsprozess des Islam beleuchtet.
Wie beeinflussten theologische und politische Konflikte die frühe islamische Geschichte?
Theologische und politische Konflikte spielten eine entscheidende Rolle in der prägenden Phase der frühen islamischen Geschichte und beeinflussten sowohl die Entwicklung der Religion als auch die Formierung des islamischen Staates. Diese Konflikte waren oft untrennbar miteinander verbunden, wobei theologische Argumente politische Ziele untermauerten und umgekehrt.
Frühe theologische und politische Konflikte unter Prophet Muhammed:
- Ablehnung der polytheistischen Traditionen Mekkas: Muhammeds Verkündigung eines einzigen, unsichtbaren Gottes (Allah) stieß auf starken Widerstand bei den polytheistischen Mekkanern, insbesondere bei der Quraysh-Elite wie Amr b. Hisham und Abduluzza. Sie sahen in seiner Botschaft eine Bedrohung ihrer etablierten Götter (Lat, Uzza, Menat) und ihrer politischen sowie wirtschaftlichen Macht, die eng mit dem Status der Kaaba als Kultzentrum verbunden war.
- Wirtschaftlicher und sozialer Druck: Die Mekkaner reagierten auf Muhammeds wachsende Anhängerschaft mit Verfolgung und einem Boykott, der die Muslime wirtschaftlich isolierte. Dieser Boykott zwang Muhammed und seine Anhänger zu großen Entbehrungen und führte schließlich zur Umsiedlung nach Abessinien und Medina.
- Muhammeds Legitimationsstrategie: Muhammed nutzte seine Offenbarungen, um seine Rolle als Gesandter Gottes zu untermauern und seine Botschaft als Fortsetzung der jüdischen und christlichen Traditionen darzustellen. Die Akzeptanz dieser göttlichen Legitimation war entscheidend für seine wachsende Anhängerschaft.
- Konflikte in Medina: Nach der Hidschra (Auswanderung) nach Medina löste Muhammed die internen Konflikte zwischen den Stämmen der Aws und Khazraj, indem er sich als neutraler „Gottesmann“ positionierte und so eine neue politische Ordnung etablierte.
- Vertreibung jüdischer Stämme: Die jüdischen Stämme (Qaynuqa, Nadir, Qurayza) in Medina wurden als politische Rivalen wahrgenommen und nach verschiedenen Konflikten militärisch besiegt, vertrieben oder eliminiert. Diese Aktionen wurden oft mit theologischen Begründungen, wie der Missachtung von Verträgen oder Verrat, gerechtfertigt und führten zur Konfiszierung ihrer Besitztümer als Kriegsbeute (Ghanimah).
- Kriegsbeute und Expansion: Die militärischen Kampagnen Muhammeds (z.B. Bedr, Uhud, Khaybar, Einnahme Mekkas) waren nicht nur politisch und strategisch motiviert, sondern auch stark von der Aussicht auf Kriegsbeute (Ghanimah) beeinflusst, die zur Finanzierung des neuen Staates und zur Belohnung der Anhänger diente. Die göttliche Rechtfertigung für Kriege gegen Nichtgläubige und die Verteilung der Beute waren zentrale theologische Aspekte.
- Umgang mit Rivalen: Muhammeds Umgang mit oppositionellen Dichtern oder falschen Propheten (wie Nadr b. Haris, Ümeyye b. Salt oder Esvedül Ansi) zeigte die politische Dimension der Prophetenrolle, die keine Abweichung oder Infragestellung duldete.
Theologische und politische Konflikte nach Muhammeds Tod:
- Nachfolgestreit (Schiiten und Sunniten): Muhammeds Tod löste eine Krise um die Führung des islamischen Staates aus. Die Frage, wer sein rechtmäßiger Nachfolger sein sollte, führte zur Spaltung in Sunniten und Schiiten. Während die Schiiten die Nachfolge durch Blutsverwandtschaft (Ali) als göttlich bestimmt ansahen, befürworteten die Sunniten die Wahl des fähigsten Kandidaten durch die Gemeinschaft. Dies führte zu jahrhundertelangen blutigen Konflikten, die bis heute nachwirken.
- Militärische Expansion und theologische Rechtfertigung: Die Kalifen (Abu Bakr, Umar, Uthman, Ali) setzten die militärische Expansion fort, die von Muhammed initiiert worden war. Feldzüge wurden als „Jihad“ (heiliger Krieg) theologisch legitimiert, um Nicht-Muslime zu unterwerfen und die Herrschaft des Islam zu verbreiten. Die Gewinnung von Kriegsbeute und die Einnahmen aus der Jizya (Kopfsteuer) waren entscheidend für die Finanzierung des wachsenden Reiches.
- Staat und Religion als Einheit: Die Quellen betonen, dass Muhammeds Staat und der Islam eng miteinander verknüpft waren: „Wer keinen Staat hat, dessen Religion existiert auch nicht.“ Dies bedeutete, dass die politische Macht der Islamischen Gemeinschaft die theologische Gültigkeit und Glaubwürdigkeit der Religion sicherte. Umar festigte diese Struktur weiter, indem er den Staat mit dem Glauben an Allah institutionalisierte und die Rolle des Kalifen als heilige Figur betonte.
- Kompilierung des Korans: Politische und theologische Bedenken führten zur Kompilierung des Korans unter Abu Bakr und später unter Uthman. Die Befürchtung, dass unterschiedliche Lesarten und fehlende schriftliche Fixierungen die Einheit der Umma gefährden könnten, führte zu der Entscheidung, eine standardisierte Version des Korans zu erstellen und andere Handschriften zu zerstören. Dies war ein entscheidender theologisch-politischer Schritt zur Sicherung der religiösen Einheit.
- Aufstieg neuer Dynastien und theologische Argumente: Die Herrschaft der Umayyaden und Abbasiden war von theologischen und politischen Konflikten geprägt. Muawiya, der erste Umayyaden-Kalif, nutzte zum Beispiel die Anschuldigung, Ali sei für den Tod Uthmans mitverantwortlich, um seine eigene Macht zu legitimieren. Er etablierte eine erbliche Dynastie, was eine theologische Abkehr von der ursprünglichen Wahlsukzession darstellte und oft mit dem Argument „Staat für Gott“ gerechtfertigt wurde. Später wurden auch Ketzereien (Takfir) und die Behauptung, der Gegner sei ein Lügner oder Abtrünniger, als Werkzeuge im politischen Machtkampf eingesetzt.
- Sektarische Spaltungen: Die politischen und theologischen Auseinandersetzungen führten zur Entstehung zahlreicher islamischer Sekten (Hanefi, Maliki, Schafi, Hanbali, Zahiri, Caferi, Ismaili, Zeydi, Ibadiyya, Salafiyya, Asch’ariyya, Maturidiyya, Mu’tazila, Dschabriyya, Dschahmiyya, Mudschi’a, Qadariyya, Ibahiyya und Mudschassima). Diese Spaltungen resultierten aus unterschiedlichen Interpretationen der Scharia, der Prophetenüberlieferung und der Rolle des Kalifats, oft beeinflusst von regionalen Besonderheiten und Machtkämpfen.
- Kerbela-Massaker: Das Massaker von Kerbela, bei dem Ali’s Enkel Hüseyin und seine Familie getötet wurden, war der Höhepunkt der schiitisch-sunnitischen Spaltung. Es zeigte, wie politische Machtansprüche und theologische Dogmen zur Brutalität gegen die eigene Gemeinschaft führen konnten, selbst gegen die Familie des Propheten.
Zusammenfassend lässt sich sagen, dass theologische und politische Konflikte die frühe islamische Geschichte tiefgreifend prägten. Sie waren nicht nur separate Ereignisse, sondern bildeten ein komplexes Geflecht aus Machtansprüchen, Legitimation durch göttliche Offenbarung, militärischer Expansion, Ressourcenkontrolle und der Entstehung unterschiedlicher Glaubensrichtungen und Schulen, die die islamische Welt bis heute kennzeichnen.
Alfred Loisy war ein französischer katholischer Geistlicher, der von 1857 bis 1940 lebte. Er war ein Vertreter der modernistischen Kommentatoren.
Loisy forderte die römisch-katholische Kirche mit seinen kritischen Kommentaren zu christlichen Werten und der Bibel heraus. Seine Analysen basierten auf einer zunehmenden Vertiefung von Kritiken, die seit Spinoza entstanden waren, sowie auf einem außergewöhnlich schnell wachsenden Korpus wissenschaftlicher und historischer Erkenntnisse. Er versuchte der Kirche eine Möglichkeit zur Erneuerung zu bieten, da er sah, dass sie versuchte, den Status quo zu bewahren, sich dadurch aber von wissenschaftlichen Erklärungen entfernte und den Kontakt zu gesellschaftlichen Realitäten verlor.
Das Vatikan, das jede neue Interpretation ablehnte und sich selbst als einzige autorisierte Instanz für Interpretationen sah, exkommunizierte Loisy. Trotz der Exkommunikation setzte Loisy seine Bemühungen fort. Es war das Ziel seines Lebens, Dogmen, die über Jahrhunderte als „Wahrheit“ gelehrt wurden, aus wissenschaftlicher Sicht zu hinterfragen. Seine Methode, die ursprünglich für die Interpretation religiöser Quellen verwendet wurde, fand schließlich auch Anwendung in vielen anderen Bereichen wie Literatur, Kunst und Theater.
Welche Rolle spielten Handel und Kriege bei der Expansion des frühen Islam?
Handel und Kriege spielten eine untrennbare und zentrale Rolle bei der Expansion des frühen Islam und prägten die Entwicklung der Religion sowie die Formierung des islamischen Staates. Diese beiden Faktoren waren oft miteinander verknüpft, wobei Handelsinteressen Konflikte anheizten und Kriegsbeute die weitere Expansion ermöglichte.
Rolle des Handels bei der Expansion des frühen Islam:
- Mekka als Handelszentrum: Bereits vor dem Aufkommen des Islam war Mekka eine wichtige Drehscheibe für den Handel mit Waren und Gewürzen aus Indien, die über Abessinien und den Persischen Golf umgeschlagen wurden. Die zunehmenden Handelsaktivitäten der Kureysch-Stämme in der Hedschas-Region störten die Handelserträge benachbarter Staaten und Stämme und führten zu ständigen Interessenskonflikten und Kriegen, den sogenannten Ficâr-Kriegen.
- Muhammeds frühe Handelsaktivitäten: Prophet Muhammed selbst war in jungen Jahren in Handelskarawanen tätig, die ihn in verschiedene Regionen Arabiens, nach Jerusalem, Busra und Syrien führten. Diese Reisen trugen zu seiner persönlichen Entwicklung und Wissenserweiterung bei.
- Wirtschaftlicher Druck und Boykott: Die polytheistische Elite Mekkas, wie Amr b. Hişam und Abduluzza, sah in Muhammeds Botschaft eine Bedrohung ihrer politischen und wirtschaftlichen Macht, die eng mit dem Status der Kaaba als Kult- und Handelszentrum verbunden war. Sie reagierten mit Verfolgung und einem wirtschaftlichen Boykott gegen die Muslime, der Muhammed und seine Anhänger zu grossen Entbehrungen zwang.
- Kontrolle über Handelsrouten: Nach der Hidschra nach Medina errichtete Muhammed eine neue politische Ordnung. Die Sicherung und Kontrolle von Handelsrouten wurde zu einem strategischen Ziel. So entsandte er Überfalltrupps, um Kureysch-Karawanen abzufangen. Die Medinenser hatten ein grosses Interesse an der Sicherheit der Handelswege nach Syrien, da diese für ihre Wirtschaft entscheidend waren. Die Blockade von Handelswegen (z.B. nach Syrien und Ägypten) durch die Muslime schadete der Wirtschaft Mekkas erheblich.
- Jüdische Handelszentren: Hayber, ein wichtiges jüdisches Handels- und Agrarzentrum auf dem Weg zwischen Medina und Damaskus, wurde von Muhammed erobert, da die dortige jüdische Bevölkerung durch Handel immer mächtiger wurde und ein Hindernis für die Expansion darstellte. Auch andere jüdische Gemeinden wie Teyma akzeptierten die Zahlung von Dschizya (Kopfsteuer), um ihre Gebiete und Handelsrechte zu behalten.
- Zakat als Staatseinnahme: Mit der Konsolidierung der Macht sandte der Staat Medina Zakat-Beamte zu den Stämmen, um eine weitere Einnahmequelle für das Reich zu sichern.
Rolle der Kriege (Ganimet/Beute) bei der Expansion des frühen Islam:
- Raubzüge und deren Rechtfertigung: Frühe militärische Aktionen der Muslime, oft als Raubzüge (Yağma) bezeichnet, zielten auf Karawanen ab. Die Tötung eines Mekkaners und die Gefangennahme von zwei Männern während des heiligen Monats Radschab wurden durch göttliche Offenbarung gerechtfertigt, die besagte, dass die Blockade des Weges Allahs und die Vertreibung des Volkes aus Mekka noch grössere Sünden seien als der Kampf im heiligen Monat.
- Bedir als Wendepunkt: Die Schlacht von Bedir war ein entscheidender militärischer Erfolg, bei dem die Muslime beträchtliche Kriegsbeute (150 Kamele, 10 Pferde, Kriegsgeräte, Kleidung) und 70 Gefangene erlangten. Dieser Sieg stärkte den Glauben an die göttliche Unterstützung für Muhammed.
- Verteilung der Kriegsbeute: Muhammed verteilte einen grossen Teil der Beute an seine Anhänger, wobei ein Fünftel (Chumus) für den Staat (Beytülmal) und seine Familie reserviert war, und der Rest unter den Kämpfern aufgeteilt wurde. Diese Verteilung lockte viele dazu an, an den Feldzügen teilzunehmen.
- Vertreibung jüdischer Stämme: Die jüdischen Stämme von Medina (Kaynuka, Nadir, Qurayza) wurden nach Konflikten vertrieben oder getötet, und ihr Besitz wurde als Kriegsbeute konfisziert. Dies wurde mit theologischen Argumenten wie Verrat gerechtfertigt.
- Theologische Legitimierung der Kriege: Der Koran lieferte Ayets, die militärische Expansion und die Einnahme von Kriegsbeute rechtfertigten. Beispielsweise befahl eine Ayet in Sure al-Anfal (8/57), Gegner zu zerstreuen, um sie zu einer Lehre zu machen. Eine weitere Ayet in Sure al-Haschr (59/5) erlaubte das Fällen von Palmen, um Abtrünnige zu demütigen. Insbesondere die Sure at-Tawba (9/29) befahl den Kampf gegen die „Leute des Buches“, bis sie die Dschizya in Unterwerfung zahlen.
- Finanzierung des Staates: Kriegsbeute (Ghanimah) und die Dschizya-Steuer waren entscheidend für die Finanzierung des wachsenden islamischen Reiches. Nach dem Tod Muhammeds setzten die Kalifen diese militärische Expansion fort, und die Eroberungen von Kalid b. Walid im Irak und in Syrien brachten enorme Reichtümer nach Medina. Kalif Umar erkannte, dass der Fortbestand des Staates von diesen externen Ressourcen abhing.
- Kritik an der Beutewirtschaft: Es gab auch kritische Stimmen innerhalb der Quellen. Muhammeds Fokussierung auf Beute wurde hinterfragt, insbesondere nach dem Massaker an den Banu Qurayza, bei dem Hunderte von Männern getötet wurden. Einige sahen darin eine Abkehr von der ursprünglichen Botschaft des Propheten.
- Wirtschaftskrisen: Nach dem Höhepunkt der Eroberungen und dem Rückgang neuer Kriegsbeute kam es zu einer Wirtschaftskrise, die zu Unzufriedenheit unter den Soldaten und in der Bevölkerung führte und zur Opposition gegen Kalif Osman beitrug.
- Assimilationspolitik: Die Eroberungen führten zu einer umfassenden Assimilationspolitik in den eroberten Gebieten. Nicht-arabische oder nicht-arabisch sprechende Gemeinschaften sollten ihre frühere Kultur, Sprache und Überzeugungen schnell vergessen, um die Loyalität zum neuen islamischen Staat zu sichern.
Die Verflechtung von Handel und Krieg:
Die frühe islamische Expansion zeigt eine klare Verflechtung von Handelsinteressen und militärischer Gewalt. Handelsrouten waren strategische Ziele, und die Gewinne aus Überfällen und Eroberungen finanzierten den wachsenden Staat und motivierten die Kämpfer. Theologische Rechtfertigungen dienten dazu, diese Aktionen zu legitimieren und eine moralische Grundlage für die Expansion zu schaffen. Der islamische Staat entwickelte sich zu einem Imperium, dessen Stabilität und Wachstum stark von der Fähigkeit abhing, Ressourcen durch Eroberungen zu sichern und Handelswege zu kontrollieren.
Ganimet Savaşları English
Epochs of Faith and Conflict
Early Islamic History: From Creation to Abbasid Rule
These texts provide an overview of early Islamic history, beginning with creation narratives and the story of Adam, drawing parallels and contrasts with Judeo-Christian accounts. They document the life and challenges faced by Prophet Muhammad, including his interactions with various tribes in Mecca and Medina, key battles like Badr and Uhud, and the expansion of early Muslim influence. The sources also explore the succession of leadership after Muhammad’s death, detailing the reigns of the early Caliphs, particularly Abu Bakr and Umar, and the conflicts and political intrigues that arose, such as the struggles of Ali and the emergence of different factions within Islam. Finally, the texts touch upon later periods of Islamic history, including the Qarmatian movement and its distinct beliefs, and a brief mention of Abbasid rule and the broader impact of Islamic expansion on various cultures and societies.
Early Islam: From Genesis to Governance
This detailed briefing document summarizes the main themes, important ideas, and facts presented in the provided source „Ganimet Savaşları“.
Briefing Document: „Ganimet Savaşları“ – Key Themes and Facts
This document outlines core themes and significant events within the provided text, focusing on the character of Adem, the rise of Muhammad, the formation and challenges of early Islam, and broader philosophical and theological discussions.
- The Genesis of Awareness and Survival: Adem’s Journey
The initial narrative focuses on Adem’s primal experiences in a harsh, uncertain world, highlighting themes of fear, discovery, and adaptation.
- Fear and Uncertainty: Adem initially fears small reptiles and the unknown, reflecting a deep sense of vulnerability. „Yürüyerek kıyıdan uzaklaşırken toprakta gördüğü en küçük sürüngenlerden dahi çekiniyordu.“ (Walking away from the shore, he was wary even of the smallest reptiles he saw on the ground.) This fear extends to „larger creatures,“ prompting him to question its necessity.
- Discovery through Necessity: Adem’s primary discoveries are driven by bodily needs. He experiences hunger, which leads to „şiddeti giderek artan ağrılar“ (increasingly severe pains) and an „anlamsız karıncalanmalar“ (meaningless tingling) in his stomach. Observing animals drinking from a river, he imitates them and discovers water, experiencing „inanılmaz bir heyecan“ (incredible excitement). Similarly, he discovers edible fruits, realizing that consuming them alleviates his stomach pains.
- Learning and Adaptation to Nature: Adem’s journey is one of continuous learning and adaptation. He observes animal behavior, such as their drinking habits, and learns to climb trees for safety from „vahşi hayvanlar“ (wild animals) in the dark. He eventually accustomed himself to the sun’s disappearance and reappearance, „gücünün yetmediğini anladığından sonraki günlerde bu konuda şikâyet etmekten vazgeçti“ (in the following days, after realizing his powerlessness, he stopped complaining about it).
- Early Spiritual Inquiries and Personification of Nature: Adem begins to attribute agency and even a divine nature to natural phenomena. He „koşup güneşe secde etti“ (ran and prostrated to the sun), begging it not to leave him again due to the fear of darkness. He also addresses the „kara bulutlara“ (dark clouds) to stop the rain, believing „gökyüzü ile aralarında bir bağın kurulduğundan iyice emin olmuştu“ (he was quite sure that a bond had been established between him and the sky). This leads to a nascent question: „Yoksa Tanrı gökyüzünden mi izliyordu kendisini?“ (Or was God watching him from the sky?).
- Moral and Practical Learning: Adem learns from trial and error, deciding „artık her gördüğünü ağzına götürmemeye karar vermişti“ (he had decided not to put everything he saw into his mouth anymore) after unpleasant experiences with certain plants and even his own excrement. He recognizes his „yalnızlığına ve zayıflığına“ (loneliness and weakness) compared to strong animals, contrasting it with his confidence around sheep.
- The Dilemmas of Paradise and the Serpent’s Influence
The narrative then shifts to a paradisiacal setting, introducing themes of dissatisfaction, temptation, and the origin of conflict.
- Discontent in Paradise: Despite being in a place of pleasure, Adem feels a „eksikliğini hissetmekten“ (lack of something) and questions the sincerity of the huries‘ affections: „Bunlar cidden istekli miydi, yoksa görevlerini en mükemmel şekilde ifa etmek için mi öyle çırpınıyorlardı?“ (Were they truly willing, or were they striving to perform their duties in the most perfect way?). This suggests a yearning for genuine connection beyond mere pleasure.
- Havva’s Resistance and the Serpent’s Intervention: Havva (Eve) resists Adem’s advances, mocking him as „Çok çirkinsin!“ (You are very ugly!). This prefaces the arrival of a „büyük bir yılan“ (large snake) with „mavi renkli parlak pullarla kaplı“ (covered in bright blue scales). The snake, despite Adem’s command to leave, presents itself as a „dostum“ (friend) and promises to reveal a „sır“ (secret), hinting at temptation and deception.
- The Serpent’s Deception and Divine Judgment: The serpent (identified later as having brought Iblis – Satan – into paradise) is revealed to have tempted, causing Iblis to be „dışarı kustuktan sonra“ (vomited out) in front of God. This highlights the concept of hidden evil and accountability. God’s wrath, described as „hiddetli“ (furious), is unprecedented, even causing fear among the angels, who attempt to appease Him through prostration and remembrance („secde ve zikirle“).
III. Muhammad’s Prophethood and the Early Islamic Community
This section details Muhammad’s struggles, the challenges to his prophethood, the formation of the early Muslim community, and key Islamic principles.
- The Burden of Prophethood and Rejection: Muhammad is described as „zor şartlarda mücadele veren“ (struggling under difficult conditions) to spread his religion. He faces intense hatred and accusations, with people believing he tries to „kalbimize şüphe koymaya çalışıyor“ (put doubt in our hearts) and is an „Allah’ımızın düşmanıdır!“ (enemy of our God!).
- Revelation and its Forms: Muhammad describes various modes of receiving divine revelation: „Bazen rüyada bana ayetler bildiriliyor“ (Sometimes verses are revealed to me in dreams). Other times, the angel Gabriel appears „bir dost kılığında veya yaratıldığı asıl şekli ile“ (in the guise of a friend or in his true form), or he hears „zil sesi“ (the sound of a bell), which is immensely heavy, causing sweat and even making a camel collapse. He also claims direct, „çıplak gözle bana görünür ve konuşur“ (visible and direct communication from Allah).
- Early Doubts and Opposition: Figures like Nadr b. Haris, a „Mekke’nin bilge şairi“ (wise poet of Mecca), question Muhammad’s claims. Nadr, despite his willingness to believe in one God, struggles with the „peygamberlik iddiası“ (claim of prophethood) and demands a „işaret veya delil“ (sign or proof) from Allah. There are also instances where Muhammad himself expresses distress over possibly fabricating divine words, reflecting inner turmoil about the authenticity of revelations: „Ben, Allah’a karşı iftirada mı bulundum? Ben, Allah’ın söylemediği bir şeyi mi söyledim?“.
- The „Satanic Verses“ Incident (Implied): The text references a moment where Muhammad is influenced to „uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı“ (they almost misled you from it to fabricate against Us) and that „Şeytan’ın ayetlerin arasına sokuşturduğu ilave sözler“ (Satan’s inserted additional words into the verses) caused Muhammad distress. This alludes to the controversial „Satanic Verses“ incident, highlighting the perceived vulnerability of prophecy to external influence.
- Demands for Miracles: Opponents consistently demand tangible miracles as proof, such as making springs gush forth, creating gardens, causing the sky to fall in pieces, bringing God and angels before them, or having a house of gold. Muhammad’s response, „Ben ancak Elçi olarak gönderilen bir beşerim“ (I am only a human sent as a Messenger), emphasizes his human nature and the nature of his mission.
- Conversion and Resistance: The conversion of Ömer (Omar) is a significant event. Initially hostile, he seeks to verify the news of his sister’s conversion, eventually being convinced by the Quranic recitation. The migration to Medina (Hijra) is a crucial turning point, highlighting the growing frustration of the Quraysh with Muhammad’s activities and their concern about his increased influence in Medina.
- The Adhan (Call to Prayer): The dream of Abdullah b. Zeyd, describing a man with a bell teaching him the words for the call to prayer, illustrates a divine sanction for a new ritual.
- Medina Charter (Implicit): Sections 12a-17 and 22 outline rules for the early Muslim community, including mutual financial support, alliances, prohibitions against harming fellow believers, and the unity of believers („birbirlerinin kardeşi durumundadırlar“). It also mentions the rights of Jews who follow them. These points implicitly refer to the content of the Medina Charter, establishing inter-communal relations and internal Muslim solidarity.
- Military Strategies and Divine Intervention: The Battle of Badr is mentioned, with discussions of tactical decisions („Şahsi bir görüş neticesi, bir harp tedbiri icabı olarak seçildi“ – It was chosen as a personal opinion, as a war tactic) and the expectation of divine aid in the form of angels. The belief in Allah sending „üç bin melek“ and then „nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder“ (reinforce you with five thousand marked angels) shows the strong belief in supernatural assistance.
- Women’s Rights and Modesty: Muhammad addresses the rights of women, emphasizing their status as „Allah’ın emaneti“ (Allah’s trust). He outlines reciprocal rights and responsibilities, including a man’s right to discipline a woman „hafif bir şekilde dövebilir, azarlayabilir-siniz“ (lightly beat, scold) if she compromises family honor or allows unwelcome guests, and a woman’s right to „her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir“ (all kinds of clothing and food). The revelation of Quran 24:31 regarding women’s modesty (covering adornments, drawing headscarves over bosoms, not striking feet to reveal hidden ornaments) is prompted by an incident involving a woman in the marketplace.
- Mercy to Animals: Muhammad emphasizes mercy to animals, narrating a story of a man who saved a dog from thirst, resulting in Allah forgiving his sins. This illustrates a compassionate aspect of Islamic teachings.
- Challenges and Internal Conflicts: The text highlights internal struggles, such as the Ifk (slander) incident involving Aisha, where divine verses (Quran 24:11-20) are revealed to clear her name and condemn slanderers. It also shows a leader’s frustration: „Adam şehrimize geldiğinden beri her şey aleyhimize döndü!“ (Ever since that man came to our city, everything has turned against us!).
- Strategic Marriages: Muhammad’s marriage proposal to Berre (later Juwayriya) after a victory is depicted as a strategic move to elevate her status and secure tribal alliances, leading to the emancipation of a hundred captives.
- Hypocrisy and Divine Judgment: The story of Zayd b. Erkam reveals concerns about hypocrisy within the Muslim community and the belief that Allah will reveal the truth through revelation. The mention of Abdullah b. Ubayy’s fate and the Tebbet (Al-Masad) surah about Abu Lahab emphasizes divine condemnation for those who oppose the Prophet.
- The Prophet’s Human Fallibility (Implied): The text alludes to Muhammad’s reliance on scribes due to his illiteracy („okuyamadığı ve kontrol edemediği için her şeyi kâtiplerin vicdanına bırakmak zorunda kalıyordu“ – because he couldn’t read and control, he had to leave everything to the conscience of the scribes). This led to „dürüst olmayan adamların ortaya çıkması“ (the emergence of dishonest men) who challenged his authority. The story of Abdullah b. Hatal, a former scribe who murdered a slave and fled, suggests a betrayal born from fear of punishment.
- Expansion, Governance, and Theological Debates
The narrative broadens to include the expansion of the Islamic state, its administrative challenges, and emerging theological discussions.
- Expansion and Military Strategy: The march to Mecca with „on bin kişilik muazzam bir ordu“ (a magnificent army of ten thousand) showcases the growing military might of the Muslim community. The inviolability of Mecca is declared, emphasizing its sacred status and outlining rules regarding bloodshed and tree cutting within its bounds.
- The Role of Force in Islam: A significant reflection emerges on the role of force in spreading Islam: „Maalesef din insanlar arasında ikna ile yayılmıyordu, aksine, boyun eğdirilerek hakim kılınabiliyordu.“ (Unfortunately, religion was not spread among people by persuasion; on the contrary, it could be established by subjugation.) It states that „on iki yıl boyunca Mekke’de Kur’an’dan bahsettiği süre içinde ancak yüz civarında adamı kendisine inandırabilmişti“ (during the twelve years he spoke of the Qur’an in Mecca, he could only convince about a hundred men). However, in Medina, „kılıcın sihri ve gücüyle on binlerce insanı kendisine boyun eğdirmeyi başarmıştı“ (with the magic and power of the sword, he had managed to subjugate tens of thousands of people). This pragmatic view emphasizes conquest over persuasion in establishing dominance.
- Descriptions of Paradise and Hell: Vivid descriptions of heaven (spread shade, flowing water, endless fruits, elevated couches, beautiful huries) and hell (scorching fire, boiling water, dark shade, zakkum tree, unquenchable thirst) are presented, used as incentives and warnings.
- Theological Concepts: Creation and Resurrection: The Quranic verses cited (e.g., Al-Waqi’a 56) delve into fundamental Islamic beliefs: creation from a drop of semen, resurrection, sustenance from the earth, and the divine origin of fire and water.
- Pre-Islamic Virtues: The story of Sasa b. Naciye, who saved 280 infant girls from being buried alive in pre-Islamic Arabia, highlights that virtuous acts could exist before Islam and their potential benefit in the afterlife.
- Military Expeditions and Distribution of Spoils: The campaign to Yemen under Ali’s command illustrates military expansion and the distribution of „ganimet“ (spoils of war), including women, camels, and sheep. The complex issue of paternity for children born to enslaved women is resolved by drawing lots.
- Omar’s Leadership and Statecraft: Omar’s leadership is characterized by „sertliğe“ (strictness) and the need for „halkın sevgisine ve desteğine“ (the people’s love and support) to maintain power. He actively promotes the conquest of Syria and Iraq for „büyük kaynağa ve ganimetlere“ (large resources and spoils). His decision to remove Khalid b. Walid from command, despite his lineage and prowess („Allah’ın kılıcıdır, İslam’ın en keskin kılıcıdır“ – he is the sword of Allah, the sharpest sword of Islam), demonstrates his commitment to justice and his unique approach to leadership („Ömer’in bu tür durumlarda kendisini Allah’ın zırhına bürüme siyaseti çabuk“ – Omar’s policy of quickly cloaking himself in Allah’s armor in such situations).
- Governance and Integration of Conquered Peoples: Omar’s administration implements policies for conquered lands, distinguishing between Muslims and „Cizye veren“ (those paying Jizya). The approach involves „satın alma yöntemlerinin de uygulanmasında fayda gördüler“ (they saw benefit in implementing purchasing methods) to gain local collaborators and impose „ağır olmayan cizye veya haraçlar“ (not heavy jizya or land taxes) to prevent longing for former rulers.
- Dialogue with Other Faiths: The dialogue between Hişam and Patriarch Abdülmesih highlights the early theological debates. Hişam’s arguments emphasize the newness of Islam and the singularity of God, contrasting it with Christianity’s concept of a divine Jesus. Abdülmesih struggles to defend the concrete nature of Jesus against the abstract concept of Allah, acknowledging the difficulty of having a „Tanrı’nın varlığına“ (existence of God) if He is not something to be lived for.
- Challenges in Conquered Cities: The situation in Amed reveals the difficulties of maintaining control in diverse cities, noting internal tensions between various ethnic and sectarian groups (Syriacs, Romans, Armenians) and the unexpected resistance led by a woman („bir kadın olması ise daha düşündürücüydü“). The commander’s report highlights security issues, dwindling resources, and the need to mobilize the general populace for defense.
- Assassinations and Political Instability: The final sections hint at the political turmoil and assassinations within the early Islamic state, particularly mentioning the assassination of Ali by Abdurrahman b. Mülcem, an act driven by „kör bir öfke ve intikam duygusundan“ (blind anger and a feeling of revenge). The plan to assassinate Amr b. As also underscores the ongoing power struggles and internal conflicts.
- Theological Ambiguity and Sectarianism: The text concludes by noting the „büyük bir boşluk ve bilgisizlik“ (great void and ignorance) in Islamic theology (Akaid and Kelam), especially concerning the „how“ of divine attributes, heaven, hell, and angels. This lack of clear answers from Muhammad or the Quran led to confusion and the emergence of „farklı itikadi mezhep ve fırkalara“ (different doctrinal sects and factions), with individuals inheriting their beliefs rather than understanding them fully.
- Miscellaneous Observations
- Importance of Dreams and Omens: Dreams play a significant role, from Abdullah b. Zeyd’s vision of the Adhan to Berre’s dream of the full moon entering her lap, which she interprets as a prophecy of her marriage to Muhammad.
- The Prophet’s Farewell Sermon (Implicit): Muhammad’s speech („Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.“) is a clear farewell, emphasizing the sanctity of lives, property, and honor, and warning against reverting to old „dalâletlere“ (errors/deviations).
- Poetry and Rhetoric: The text highlights the importance of poetry and rhetoric, referencing well-known poets like Kus b. Saide and Umayyah b. Abi Salt, and Muhammad’s own reliance on eloquent expression („böyle daha etkili oluyordu“ – it was more effective this way).
- Pragmatism and Realpolitik: Omar’s approach to governance and expansion, including the use of force, strategic alliances, and economic incentives, reflects a pragmatic and realpolitik mindset. The statement about the sword being more effective than persuasion in spreading Islam is a stark observation on the historical reality presented.
- The Sun as a Deity: The dialogue between Sipi and Hammurabi reveals remnants of sun worship, with the sun being seen as „Tanrı“ (God) and the source of life and light, and its communication being understood only by few.
This briefing covers the major narrative arcs and thematic elements within the provided text, offering a comprehensive overview of Adem’s journey, the early days of Islam under Muhammad, and the subsequent developments in governance and theological thought.
Merhaba Mehmet Bey,
Deniz Aslan Ankara’dan.
Kitabınız “Ganimet Savaşları” ile değerli komşum Ertuğrul Bey’in hediye etmesiyle tanıştım. Konusu benim ilgi alanıma girmiyordu, üstelik çok kalındı. Ancak okudum hem de çok ilgiyle okudum. Başlangıçta isimlerin çokluğu ve zorluğu sorun olduysa da son derece sürükleyici ve içine alıcı merak uyandırıcı anlaşılır bir kitap olduğunu fark etmem çok sürmedi. Üstelik konu arka planı dolu olan ve kalemi keskin olan bir zihin tarafından aktarılıyor olduğunu hissettiriyordu. Kısa kısa ama sürekli okudum. Okumam aylar sürdü. Sonunda bitirdiğimde konuyla ilgili fikir sahibi olduğumu ve edindiğim çıkarımın beni şaşırtmamış olduğunu duyumsadım.
Zor ve tartışmalı bir konu şaşırtıcı derecede akıcı anlaşılır ve her kesime eşit mesafede durarak aktarılmıştı kanaatimce. Sizi tanımamakla birlikte, Ertuğrul Bey’in sizle ilgili aktarımına dayanarak, sizi dinler gibi olduğum anlar oldu. O anlarda söylediklerinizin gerçek bireysel deneyime dayalı çıkarımlar olduğunu duyumsadım. Okuduğum için mutluyum ve değer verdiğim dostlarıma önereceğim.
İnce detayları mümkün olur bir araya gelirsek, veya geldiğimizde, karşılıklı konuşmayı dilerim.
Paylaşmak isterim ki bu deneyime dayanarak bir diğer kitabınızı aldım ve okuyacağım (Vatansız MAD 3). Bu konu da çok zor ve üstünde uzlaşının az olduğu bir konu. Ancak bu zor konuyu sizin zihninizden ve belki de bireysel deneyiminizden köken alan bu kitapta okumanın uygun olacağına karar verdim.
İyi çalışmalar ve tüm işlerinizde kolaylıklar dilerim.
Deniz Aslan
Ankara, 15.02.2025
Toplumun hassas olduğu bir konuda,
Sadece bir kesimin hakkında konuşmaya kendinde hak gördüğü bir konuda,
Gündelik yaşamı şekillendiren bir konuda,
Bilmenin yaşananları doğru yorumlamaya yardımcı olacağı bir konuda,
Yorum yapabilmek için derin ve tarafsız bilginin gerekli olduğu bir konuda,
Doğru bilgilenmek için önemli ve değerli bir “kaynak”,
Sn. M. Mehmet Ünver’in emeğine sağlık.
Merhaba Mehmet.
Çoğu insanın cesaret edemeyeceği, aykırı tespitlerle dolu böyle bir romanı yazmaya cesaret etmenden dolayı tebrik ederim.
Romandaki kurgular ve bilgiler duygularıyla hareket edeni memnun eder mi bilmiyorum ama ben ziyadesiyle beğendim.
Yazı dili yalın ve akıcı. Başta insanı girdap gibi içine çekip sürüklüyor. Gelişme bölümünde elbetteki tarihi roman olduğu için, kronolojik bilgiler vermek zorunda kalmışsın. Bu okuyucuyu biraz sıkabilir. Ama sonrasında güzel toparlamışsın.
Analitik düşünceden uzak, duyguların hakim olduğu coğrafyalardaki insanların çoğunluğu ilkel dürtülerinden kurtulamadığından din ve milliyetçilik sarmalına girer. Zihni yormak işine gelmez. Düşünürse rahatlığını kaybedecek belki de. O yüzden kolay olanı, inanmayı, özdeşim kurarak kazanım elde etmeyi tercih eder. Analitik düşünenler ise hayal gücüyle yeni bir dinin kitabını yazar, yüzyıllarca dünyayı kasıp kavurur. Ya da senin gibi güzel eserler vererek dünyaya bir çentik atar ve yüzyıllarca unutulmaz.
Romanında tam da bu dediklerimin üzerine basmışsın. Duygulara en iyi hitap şekli, inanç ve kutsallık sosuyla ortaya koyulan manifestolardır. İsa, Muhammed vs öncüler bunun farkında olduklarından kitleleri peşlerinden sürüklemişlerdir. Güncel dönemlere baktığımızda cahiliye dönemi dedikleri dönem bizim ülkemizde hala sürüyor. Kitleler hala elinde kutsal kitaplarla meydanlara çıkan, esip gürleyenlerin peşinden sürükleniyor. Baş tacı ediyor. Hatta beşinci halife yapmaya çalışıyor.
Evet “tüm iktidarlar zorbadır”. dediğin gibi duygu yoğunluğuna sahip insanlar güce tapar, güce tapanlara da ancak zorbalık hükmedebilir ve onları konsolide eder. Ali’nin handikapı da orda başlamış zaten. Muavviye bunu iyi bildiğinden Muhammed’i taklit etmiş gücü göstermekten imtina etmemiştir.
“Dinlerin yarattığı çelişki ve kiliselerin parçalanmışlığı” tespitin yerinde bir tespit. Bunun farkına varan ve bu çelişkilerden yararlanarak, afyonlanmayan, düşünce üretip politikleşen Amedliler huzurlu birlikteliği yakalamışlar.
Çok eşlilik meselesine gelince sanırım bu dinden bağımsız bir durum ve erkeklerin en büyük handikapı. Birçok erkek Hasan’ın yerinde olmak yada arzuladığı kadına ulaşmak ve bu durumu meşrulaştırmak için gökten bir ayet indirmeye muktedir olmak isterdi.
Dünyamıza eserlerinle çentik atmaya devam et.
Sevgiyle kal bilge insan.
Ganimet Savaşları kitabı, dili ustalıkla kullanan yazarın İslam Peygamberi’nin ortaya çıkışı ve bir avuç insanla başladığı yolculuğunun İslam Devleti adıyla dünya çapında bir dine evrilmesini konu ediniyor. ‚Anlatıcı yazar‘ edasıyla yazar, yeri geldiğinde romana dahil oluyor ve tarih, sosyoloji, psikoloji alanlarındaki derin okumalarının sonucu edindiği bilgi birikimini açıkça okuyucuyla paylaşıyor, okuyucunun farklı bir pencereden olaylara ve insanlara bakmasını istiyor.
Kitapta evrenin yaratılışından başlayıp İslam Peygamberi’nin hayatı, mücadelesi ve onun ölümü sonrasında ortaya çıkan olaylar, yeni oluşumlar yazarın özgün yorumuyla veriliyor. Abbasiler’e kadar olan kısımda bir nevi devleti sağlamlaştırma mücadelesi, kutsal emanetlere ve dine bakış açısı özetleniyor. Aslında görünürde konu İslam Peygamberi iken alt metinde diğer tüm dinler de yazarın çıkarımlarından nasibini alıyor; seküler bakış açısıyla iktidarla ve devletle temas eden her din ve kutsal kirlenir mesajı veriliyor. Zira yazarın ifadesiyle „biri hakkaniyeti öğütlerken diğeri hak yemeye mecbur kılar.“ Yazarın bir röportajında dediği gibi „Tarih insanların birbirini boğazlama hikâyesinden başka bir şey değildir.“ tezini doğrularcasına kitapta çok şiddetli ve acımasız savaş ve katliam sahneleri veriliyor.
Adeta bir betimleme ustası olan yazar, sadece görsel betimlemeyle kalmıyor özellikle savaş sahnelerinde bir yazarlık prensibi olan ’söyleme, göster‘ ilkesi gereği adeta etraftaki canhıraş mücadeleyi okurun da iliklerine kadar hissetmesini sağlıyor öyle ki kan kokusu burnumuza çalınıyor.
Kitaptaki diyaloglar gerçekçi, çok sade ve duru bir ifadeyle okuru sıkmadan oluşturulmuş. Bu konuda bir okur olarak muzdarip olduğum tek husus; kitap içinde geçen yabancı kelime ve tamlamaların anlamlarını bulmak için okumayı sıkça bölmek durumunda kalmam. Özellikle Arapça, Farsça bu kelimeler Hilfül Fudul, Levhi Mahfuz, telviye…. vs gibi dipnotta verilebilir. Bu istisnai durum dışında eserdeki psikolojik tahliller, karakterlerin duygu durum analizleri, ruhsal çözümlemeler oldukça başarılı. Konu edindiği dönemde şiire, şaire verilen önemi anlatırken yazarın o dönemden bolca şiir örnekleri vermesi çok güzel ve etkileyici.
Kitabın ilk bölümünde yapılan cennet tasviri Viladimir Bartol’un meşhur Alamut Kalesi romanında geçen cennet tasviri kadar sürükleyici. Bir ara yazar, çok fazla tarihi bilgi yüklü anlatımıyla dönemin telaffuzu güç kişi ve kabile isimlerinin de etkisiyle adeta tarih kitabı havasına bürünen eseri tam okuru bunaltmaya başlıyorken bunu farkediyor ve bu bölümleri kısa tutup yeni bir bölümde yine okuyucuyu büyülemeyi başarıyor. Yazar, çoğu yerde ironi yaparak okuyucunun ilgisini diri tutmaya çalışmış aslında bu tarzıyla okuru başka kaynaklardan da mukayeseli okumaya teşvik etmiştir.
Freewriting (özgürce yazı) tekniğiyle yazılarına alıştığımız yazar bence zor bir yol olan tarih romanını seçerek üstelik spesifik bir zaman dilimi ve İslam Kutsalını, İslam Peygamberi’ni kendi yorumuyla anlatıyor. Ve yazarın kaynakçasına bakıldığında Samuel Johnson’ın da öğütlediği gibi „bir tek kitap yazmak için yarım kitaplık okuyunuz“ sözünü tasdik edercesine geniş kapsamlı ve çok yönlü okuma yaptığı görülüyor. Bu kadar bilgi sarmalı içinde yazar sık sık araya girerek kendi yorumunu kendi üslubuyla özgürce paylaşarak özgün bir tarihi romana imza atıyor.